► Ülkemizdeki düşünce sahiplerinden biri şu çok önemli konuyu dile getirdi; “Hakikat gerçek çatışması diye bir şey vardır.”
Bu nasıl bir çatışmadır? Hakikat nedir, gerçek nedir? Birçok düşünce ehlince farklı şekillerde ifade edilen bu konu insanın kendini ve çevresini anlamaya başlamasında atması gereken ilk adımlardan birisidir.
► Teknik tahsil yapanlar, bilim adamları, mühendisler açısından bu teori-pratik uyuşmazlığıdır.
Teorik bilgiler ve hesaplar doğru veya doğruya çok yakın olabilir, ama pratikte ve uygulamada durum başkadır. Bilinmeyen, hesaba katılmayan, katılamayan etkenlerden ötürü pratikte sonuç her zaman farklı çıkar.
Ekonomide, bütçe her zaman açık verir. Evdeki hesap çarşıya uymaz.
Doktorlukta, her ameliyatta komplikasyon vardır. Her ilacın yan etkileri vardır.
Politikacı verdiği sözlerin hemen hemen hiçbirini tutamaz, tutmaz. Tutmayacağı sözleri vermeyeni de zaten seçmezler.
‘Hocanın dediğini yap yaptığını yapma’ sözü de maalesef işin din konusundaki yansımasıdır.
► Yani hakikat diye ifade edilen şey, işlerin bizce bilinen veya çoğunlukla bilinmeyen, mutlak gerçeği, aslı ve özüdür. Böyle mutlak bir hakikatı ancak her şeyi yaratan ve yaşatan Alemlerin Rabbi bilebilir.
⦁ “Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir.”(Şuara, 220)
⦁ “Yaratan hiç bilmez olur mu? O, Latifdir, en ince işleri görüp bilmektedir ve Habirdir, her şeyden haberdardır.” (Mülk,14)
İnsanlar ancak Allahın CC onlara bildirdiklerini bilebilirler. Tabii bilmek isterlerse ve kulak verirlerse. Allahın CC insanlara bildirmesi ayetleriyle olur, yazılı olan ve olmayan ayetlerle. Sadece kitapta yazılı olanları okur ve diğer yaratılan eşyadaki ayetleri, hikmeti, görmez, okumaz, düşünmez ve anlamazsak, yazılı olanları da anlayamayız.
⦁ “O salim akıl sahipleri ki; ayakta, oturarak ve yanları üzerinde iken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Sen bunların hiçbirini anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın, bizi ateş azabından koru.””(Al-i İmran, 191)
► Gerçekler diye bildiklerimiz ise, hayatta gözümüzün önünde cereyan eden olaylardır. Hakikatler her zaman iyi, güzel ve doğrudur. Çünkü iyilik, hak ve hakikatın kaynağı “Yerlerin ve Göklerin Nuru” olan Allah CC tır. Gerçekler ise, bir çoğuna insan eli bulaşmış olaylardır. Dolayısı ile gerçeklerin kimi iyi, kimi doğru, kimi yanlış, kimi kötü, kimi çok kötüdür. Allah CC katındaki tek geçerli din olan İslamiyet, hayatı ve gerçekleri hakikatlere uygun yapmak için vardır ve Müslümanlık iddiasında olanların sorumluluğu gerçekleri hakikatlere uygun hale getirme mücadelesidir. Bunun için her şeyden önce hakikatleri ifade eden Allahın CC yazılı olan ve olmayan ayetlerini okumak ve anlamak için gerekli olan, iyi niyet, tefekkür, ilim, ahlak ve çalışmak, yani akıllı olmak lazımdır. Bu gün müslüman toplumların çekmekte oldukları bütün sıkıntıların temelinde Kur’an-ı Kerimin ilk ayeti olan “oku” emrini “sadece bu kitaptaki kelime ve sözleri oku, hatta manasını anlamasan da okuman yeterlidir” şeklinde yorumlayan ve anlayan, kısır ve akıl dışı zihniyet vardır.
► Ayetleri okumayan, okuyamayan, gerçekleri görmeyen, hayattan kopanlar hakikatle gerçeğin çatışmasını yaşarlar. Bugünkü müslümanlar gibi. Mü’minlerin inançlı ve haklı olmaları hakikat,
Müslümanların kafalarına düşen bombalar ise gerçektir. Muamelatı terkedenler hayattan koparlar.
► Hakikat ve gerçekten başka bir üçüncü konu daha vardır ki onu bilmeden ve anlamadan
İnsanların doğruya ve kurtuluşa ulaşmaları mümkün değildir. Bu üçüncü konu o kadar önemlidir ki, şu anda dünyada olup biten olayları onsuz açıklamak ve anlamlandırmak mümkün olmaz.
“yok canım, neymiş bu çok önemli konu?”
Bu çok önemli konu, gerçeklerin nasıl göründüğüdür.
⦁ “Bari imtihana uğradıklarında boyun eğip yalvarsalardı! Ama kalpleri katılaştı ve şeytan yapmakta olduklarını onlara süslü gösterdi.”(6/En'âm 43)
⦁ “(Şeytan) Dedi ki: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık, yeryüzünde (sapkınlığı) onlara süsleyecek ve hepsini saptıracağım.” (15/Hicr 39)
⦁ “Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp Güneş’e secde eder buldum. Şeytan, amellerini onlara süslü göstermiş ve onları (dosdoğru) yoldan alıkoymuştur.(Bu sebeple)onlar doğru yolu bulamıyorlar.” (27/Neml 24)
⦁ Âd ve Semûd'u da helâk ettik. Onların başına nelerin geldiği, harap olmuş meskenlerinden size açıkça belli olmaktadır. Şeytan onlara amellerini süsleyip püsledi de, böylece onları doğru yolu tutmaktan alıkoydu. Halbuki onlar gerçeği görebilecek kadar zeki ve uyanık kimselerdi.. (29/Ankebût 38)
⦁ ”Kendilerine 'Yeryüzünde Fesat Çıkarmayın!' denildiği Zaman, 'Biz Ancak islah Edicileriz.' Derler. İyi Bilin ki Asıl Ortalığı İfsat Edenler Kendileridir. Lâkin Anlamazlar." (Bakara:11-12).
Şeytanı bilmeyen, Allahı CC da bilmez. İnsan daha cennetteyken ve cennetten çıkarılıp da Dünyaya ayak bastığından itibaren Şeytan onun peşini bırakmamıştır. Şeytan ve ona tabi olan şeytan tıynetli insanlar, algı operasyonları ile yeryüzündeki hakikatleri ve gerçekleri çarpıtıp olduğundan başka göstermek suretiyle iyi niyetli insanların işlerini zorlaştırmak, onları şaşırtmak ve aldatmakla görevlidirler. İnsanların hakikate ulaşmak için çıktıkları koşu düz ve basit bir koşu değil, yokuş yukarı ve engelli bir koşudur.
Mirzahan HIZAL