► Toplumlar belirli bir düzen içinde yaşarlar. İnsandan gayri mahlukatın bile kendi aralarında uydukları bazı kuralları ve usulleri vardır. İnsanların hayatı ve sosyal ilişkileri çok daha kapsamlı ve karmaşık olduğundan onların toplum içindeki hak ve hürriyetlerini, görev ve sorumluluklarını belirleyen ve düzenleyen aynı şekilde kapsamlı bir çok kurallar olması doğaldır. Bazı şeyler yanlış, bazı şeyler doğrudur. İyilikler ve kötülükler vardır. Toplumca takdir edilen veya kınanan davranışlar vardır. Bütün bunları belirleyen kriterler vardır. İnsanlarda doğuştan gelen hak ve adalet duygusu vardır. Ayrıca içinde yaşadığı toplumun zaman içinde geliştirdiği ve kazandığı ahlak kurallarının, geleneklerin, adet ve örfün bireyler üzerinde önemli bir etkisi söz konusudur. Toplumu yöneten sistem ve idarecilerin bu kurallar manzumesini belirlemesi, yazılı ve kalıcı bir şekilde bunları devlet otoritesi ve yaptırımlar ile uygulaması sonucu kanunlar dediğimiz emir ve yasaklar ortaya çıkar. İnsanların yaptıkları ve yapacakları işlerin sonucunda neyle karşılaşacaklarını bilmeleri önemlidir. Kanunlar olmadan toplumda düzeni ve adaleti sağlamak mümkün değildir. Hukuk devleti, ayrım ve ayrıcalık gözetmeksizin kanunların herkese eşit şekilde uygulandığı bir sistemdir.
► Buraya kadar her şey normal ve olması gerektiği gibidir. Ancak çok önemli ve öncelikli bir konu gözden kaçırılmamalıdır.
Bu kadar önemli olan ve herkesin uymak zorunda olduğu kanunların yapılmasında mümkün olan en büyük dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi, en yüksek bilgi, ilim ve ahlak standartlarına göre hareket edilmesi gerektiği açıktır. O halde kanunları kimler yapar? Kanunların temelini ve dayanağını oluşturan, Neyin doğru neyin yanlış olduğuna kim karar verecektir. Demokratik sistemlerde kabul edilen çoğunluğun reyi ile doğru ve yanlışın belirlenmesi ne kadar bilimsel, mantıki ve ahlakidir?
► En önemli bir konu, kanunları güç sahibi idari bir otoritenin yani Devletin uygulamak durumunda olmasıdır. Bu güç sahibi otorite de insanlardan oluştuğuna göre onların yanlış yapıp yapmadığına kim karar verecek onları kim denetleyecektir.
Klasik rejim sözcülerine göre, halkın seçtiği temsilciler ve meclis bu denetleme görevini yapar.
Peki onlar insan değil mi? Onlar yanılamazlar mı? Onları kim denetleyecek? Efendim onlar kendi kendilerini denetlerler. Neye göre? Tabii ki yine kendi yaptıkları kanunlara göre. Bu son ifadenin ne kadar zayıf, muğlak, tutarsız ve dayanaksız olduğu ortada değil midir?
Sınırlı, eksik hatta yanlış bilgi, ilim, kabiliyet ve akıl kapasitesine sahip ayrıca hırs, hased, tamahkarlık v.b birçok olumsuz özelliklerle malül olan insanlar kendilerine göre yaptıkları kanunlarla kendilerini mi denetleyecekler? Ayrıca bazı insanların kendi uygun gördükleri kanunlar yapıp diğer insanların bunlara uymalarını beklemeye hakları var mıdır? Uymalarını bekledikleri hatta zorladıkları insanların onlardan daha bilgili ve akıllı olmaları ihtimali yok mudur?
Hiçbir insan kendi sahip olduğu ilim ve ahlȃkdan daha üstün standartlarda bir kanun yapamaz. Örneğin, içki müptelası insanlara göre içki içmek özgürlüktür. Onlara kanun yaptırırsanız içki üretimini ve satışını devlet güvencesine alan kanunlar yaparlar. Halbuki bugün yeryüzünde içkinin insanlara zararlı olduğunu söylemeyecek tek bir doktor ve bilim adamı bulamazsınız. Yani devlet ve kanunları bu konuda yüzde yüz yanılmıştır. Faiz de böyledir. Bu örnekleri çoğaltabilirsiniz.
Ahlaksızlara kanun yaptırırsanız, ahlaksızlıkları hoşgören kanunlar yaparlar.
Hiçbir insan mutlak anlamda kendi kendisini denetleyemez. Hiçbir doktor kendi kendisini ameliyat edemez.
► Aslında bütün mesele bu kanunlara uymak zorunda olan İnsanın kendisini tanıyıp tanımamasıdır. Onun için kendisine uygun kanunlar yapamıyor. Tanımadığınız bir insana uygun kanun ve kuralları nasıl yaparsınız? İnsan her şeyden önce kendisinin yaratılmış olup olmadığını, bir yaratıcısının bulunup bulunmadığını araştırıp bulması gerekir. Çünkü eğer varsa onu yaratan ve herkesten daha iyi tanıyan bilen yaratıcının verdiği bilgilere uygun kanunlar yapar, yanlış kanunlar yapmaz. Yaratıcısıyla ters düşmez, ona isyan etmez.
Bir yaratıcı olmadığına, yeryüzünde başına buyruk yaşadığına kanaat getirirse, yani ateist ise o zaman kendi kanunlarını kendi keyfine göre yapar ve gücü varsa diğer insanları da bunlara uymaya zorlar. Baskı, zulüm, sömürü, haksızlıklar, isyanlar ve savaşlar başlar.
İşte Laik demokratik rejimler böyle kurulur, Laik demokratik kanunlar böyle yapılır. Demokrasi denilen sisteme göre ülkedeki oyların yüzde 50.000001 ini alan grup devlet yönetimini ve gücü eline geçirir ve hiç kimseye hesap vermeden senelerce canının istediğini yapar. Özellikle demokrasiyi ithal eden sonradan görme orta doğu ükelerinde böyle olur. Demokrasiyi icat eden batı ülkelerinde işler biraz daha rafine edilmiştir. Onlar iktidarıyla muhalefetiyle aynı ateist düşünce yapısında olduklarından zaten aralarında pek fark yoktur. Seçimleri kimin kazandığının da pek önemi yoktur. Çünkü ülkeyi aslında halk ve onun seçtiği temsilciler değil, güç odakları yönetir. Büyük sermaye sahipleri, hakkı olduğu için değil parası olduğu için birçok şeyi elde eden odaklar, Siyonist, mason ve onların işbirlikçisi şer odakları yönetir. Bunun en bariz örneği ABD dir. Koskoca bir ülke kendi toplumundan çok zalim, işgalci, katliamcı Siyonist Yahudi devletini korur ve destekler.
► Mâide suresi 44, 45 ve 47. ayetlerin sonunda umum sîgasıyla, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirler, zâlimler ve fâsıklar” olarak nitelendirilmiştir. Hükmetmek, hüküm vermek için kanunlar yapılması ve uygulanması gereklidir. Yani kanunların Allahın indirdiklerine uygun yapılması ve uygulanması Müslümanlar için hava ve su kadar önemlidir. Bunun olmadığı yerde Müslümanlar inanmadığı kanunlarla yönetilen, işgale uğramış, esirler gibidir.
Mirzahan Hızal