Kayseri’de gelişen talihsiz olaylar ve sonrasında gelişen olaylar, bir anda gündemimizi kuşatıverdi. Küçük bir kıvılcımın binlerce hektar ormanları, hatta köy ve mahalleleri yakması misali birlik, beraberlik ve huzurumuza kast eden bu kargaşa nereden çıktı. Kim çıkardı ve neden çıkardı. Onca dertlerimiz yetmezmiş gibi yeni fitne fitillerini ateşleyenler kimler? Bu kargaşa ve kaos kimlerin işine yarıyor. Aklıselim bir insan biraz düşündüğü zaman bunun düşman unsurlar tarafından yakılan bir fitne ateşi olduğunu hemen anlar. Madem bu düşmanın planıdır, o halde var gücümüzle bu ateşi söndürmeye çalışmalıyız. Ateşe körükle gitmek veya benzin dökmek, akıl kârı değildir.
Şurasını asla unutmayalım ki, İslam ümmetinin tarih boyu; birliği, beraberliği, fedakârlığı, vefakârlığı, adaleti, zulme direnişi, mazlumlara hamiliği vs. erdemleri dünya âlemin malumudur. İslam ümmeti, hem kendisinin hem de dünya halklarının huzur, güven ve refahına yetip artan bu enerjiyi nereden alıyordu? Silahından mı, servetinden mi, teknolojik terakkisinden mi veya diğer maddi değerlerden mi? Elbette değil. Maddi gücü ve değerleri yok saymıyoruz. Ancak biraz aklıselimle düşünen her insan bilir ki, İslam ümmetini asıl gücü manevidir. İslam ümmetinin asıl gücü; ümmet ruhu ve iman birliği ve İslam kardeşliğiyle birleşip bütünleşmesindedir.
İşte ümmetin son kalesi Anadolu, dışardan düşman, içerden de hainler tarafından kuşatılmışken, bu birlik beraberlik çok daha önem arz etmektedir. Hepimiz biliyoruz ki, ümmetin yaşadığı; işgal, sömürü, katliam ve talanın sebebi, ne düşmanımızın güçlü oluşundan, ne de bizim güçsüz oluşumuzdandır. Asıl ve ana sebep, tefrika, ırkçılık vb. sebeplerle bizim gücümüzün dağılmasındandır. Şu anda aramızdaki tefrika ve dağınıklık zirve yapmış durumdadır. Asıl acı olanı ise yaşadığımız sorunlar bizi birbirimize yaklaştırması gerekirken, tam aksine dağınıklığımız, ayrılıklarımız ve güç kaybımız, katlanarak devam etmektedir.
Sünnetullah gereği nesneler, bir takım vesilelerle birbirine bağlanır; Tahtalar çiviyle, demirler kaynakla, bez parçaları dikişle, kum tanecikleri çimentoyla… Dolayısıyla eşrefi mahlûkat olan insanı da birbirine bağlayan, bir arada tutan değişik vesileler vardır. Örneğin; çıkar ve menfaat ilişkileri, korku, şehvet veya ırki temayüller. Ki bütün bunlar geçici ve fani olup en fazla insanın dünyadaki ömrüyle sınırlıdırlar.
Kaldı ki bunların çoğu kısa sürede bittiği gibi çoğu kere aksine etkileri de vardır. Örneğin; bir insan diğerine korkusundan dolayı bağlı görünüyorsa, o korku bittiğinde intikam duyguları devreye girecektir. Bir arada bulunma sebebi eğer menfaat ve çıkar ise menfaat bittiğinde dostluk ta bitecektir…
Ama birde insanları bir arada tutan, onlar arasında yürekten ve ölümüne sevgi ve saygı doğuran ve bu beraberliği hiçbir karşılık beklemeksizin halisane Allah (cc) rızası için kılan bir vesile var ki işte oda İslam kardeşliğidir.
İslam kardeşliği diğer hiçbir birleştiriciye benzemez. Çünkü o karşılıksızdır, hasbi/sadece Allah (cc) rızası içindir, eskiyip bayatlamaz, aşınıp yıpranmaz ve ebedidir. Zira bu dünyanın sınırlarını aşarak ahirette daha da artarak devam eder. Çünkü İslam kardeşliği karşılıklı sevgi, güven, yardımlaşma-dayanışma, birbirini iyiye güzele yöneltme ve kötü ve yanlıştan sakındırmayı da içerdiğinden sevap hanesine hesapsız getirisi olacaktır. Dolayısıyla İslam kardeşliğini yaşayanlar birbirlerine sağladıkları artıları ahirette görünce sevgi ve muhabbetleri artarak devam edecektir. Kardeşlik ruhu ve ümmet şuurunu yitirdiğimiz zaman ise perişan olur, yitip gideriz.
İşte bu günkü halimiz. İki milyar civarında büyük bir güç, dünya petrolünün yüzde seksen beşi kendi topraklarında, doğalgaz, bor madeni, uranyum vs. yer altı-yer üstü kaynaklar konusunda da aynı. Ancak kardeşlik ruhunu yitireli paramparça, darmadağın, anarşi, terör, savaşlar vs. iç-dış odaklı fitne ve çalkantılarla savrulan, kavrulan, varlık içinde yokluk yaşayan sürüm sürüm sürünen bir ümmet… Böyle mi olmalıydı? Ey! Allah’ın (cc) kulları hep beraber İslam sancağı altında toplanıp kardeş olun. Ey! Kürtler, Türkler, Araplar kardeş olun, ey insanlar kardeş olun… Ta ki mahşerde de Resulullah’ın (sav) liva ul hamd sancağı altında bulaşalım.
Şu ayet ve hadisleri tefekkür edelim:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat 49/10) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)
Resulullah (sav) şöyle buyurur: Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter. (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Son söz ümmet ruhuyla bütünleşip aramızdaki sun’i sınırları kaldırıp yekvücut olduktan sonra, ulusçuluk milliyetçilik ve ırkçılık temeline dayanan bölünmeler, artarak devam edecektir. Bu da sadece birbirimizden daha çok uzaklaşma, kin, nefret ve düşmanlığı körükleyecek ve her bir parçayı kolay yutulur hale getirecektir. O kadar. Geçmişte ümmeti bölenler, zaten dört gözle biraz daha bölünmemizi bekliyorlar. Irak, Suriye, Libya, Yemen ve derken Türkiye’yi de daha küçük parçalara bölmeye çalışıyorlar. Bu artık aşikâr haldedir. Allah (cc) cümlemize feraset, feraset, ümmet ruhu ve kardeşlik şuuru versin. Subhaneke... Bihamdike... Esteğfiruke...