Bugun...


Mehmet Nuri Bingöl

facebook-paylas
ÇINAR'DAKİ ÖZ DEĞİŞİM - 2
Tarih: 17-07-2025 19:39:00 Güncelleme: 17-07-2025 19:39:00


..........(Bir önceki yazımın devamıdır.)

Çınar Lisesi’nde bir şey değişmişti. Yusuf’un gözaltına alınmasından sonra okulun koridorlarında yankılanan sessizlik, artık bir sükuttan öte bir tetikte bekleyişe dönüşmüştü. Öğrenciler mırıldanmaz, öğretmenler sınıf dışında konuşmaz olmuştu.

     Ve bir sabah, okulun yazı işleri memuru, kalın bir zarfla müdür odasına girdi. İçinde Milli Eğitim İl Müdürlüğü’nden gelen resmî tebliğler vardı.

      O gün öğleden sonra tüm öğretmenler, okulun loş öğretmenler odasında toplandı. Müdür, elinde zarflarla içeri girdi. Yüzü gergindi.

     “Arkadaşlar,” dedi. “Bunlar teftiş öncesi bilgilendirme evrakları… ama satır aralarını okuduğunuzda göreceksiniz ki, her birimiz artık takip altındayız.” İsim isim zarfları dağıttı.

    Beden eğitimi öğretmeni: “Ders dışı etkinliklerde ideolojik imalara dikkat edilmesi”

     Coğrafya öğretmeni: “Bölgesel hassasiyetlere dair söylemlerde merkezi çizginin dışına çıkılmaması”

     Din Kültürü hocası: “Yorum katılmaksızın program kitapları dışına çıkılmamalı”

     Ve en son olarak, Ahmet Nureddin’e gelen zarf: “Edebi metin seçimlerinde öğrencilere yönlendirici nitelikte içerik sunulmamalı, özellikle yakın dönem şiirlerinde seçici olunmalı. Öğrencilerin bireysel yazı faaliyetleri kontrol altında tutulmalı.”

       Odadaki hava birdenbire boğucu bir hâl aldı. Hiç kimse konuşmadı. Sadece biri, genç ve yeni tayin bir tarihçi başını kaldırarak sordu:

      “Hocam… Bu ne demek şimdi?”

       Müdür, başını önüne eğdi: “Demek ki yalnız değiliz artık. Okulun içinde gözler var. Ama bu hiç de mertçe değil."

      Ahmet Nureddin o zarfa bakıyordu. Açmadı. Sadece çantasına yerleştirdi.

      O akşam, Ahmet Hoca okuldan çıkmadan önce kütüphaneye uğradı. Raflardan birine, Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat kitabını yerleştirirken, içine küçük bir not iliştirdi:

     “Göz göze gelen her mısra, susturulmuş bir yüreği yeniden uyandırabilir. Korku kalıcı değildir. Ama edebiyat kalıcıdır. Söz uçar yazı kalır denmiştir."

      Ertesi hafta yeni bir uygulama başladı: Öğrenci defterleri haftalık olarak rehber öğretmene teslim edilecekti. “Radikal ifadeler” taranacaktı. Yönetmelik, “öğrencilerin güvenliği” adına dayatılıyordu.

     Ama herkes biliyordu: Bu güvenlik değil, sindirme idi. Bazı öğretmenler direnmeye çalıştı. Bazıları sineye çekti. Bazıları ise okuldan ayrılmak için dilekçe verdi.

      Ama Ahmet Nureddin durdu. Ne geri çekildi ne de cephe açtı. Sadece kelam ve kelimeleri cepheye sürerek devam etti "örtük" adıyla: M. Nuri EMİNLER.

      Bir gün öğretmenler odasında, cenaze sessizliği gibi bir durgunluk hâkimken, Ahmet Nureddin zarftan çıkardığı belgeyi masaya koydu. Söz aldı:

      “Bu darbe artığı tebliğler, bizim mesleğimizi değil, vicdanımızı denetlemek istiyor.

     Ama unutmayın: Biz öğretmeniz. Öğretmen sadece bilgi aktaran değil, aynı zamanda vicdanı ayakta tutan kişidir. Susarsak bizden sonra gelecek nesiller de susar.”

      Kimse karşılık vermedi. Ama herkes yutkundu. O gün okulda sadece bir öğretmen sessizce elini uzatıp Ahmet Hoca’nın omzuna dokundu. Bu, yüz sayfalık bir sahabetten daha kıymetliydi.

**

      Nisan ayının ikinci haftasıydı. Çınar’ın sokaklarında toz hâlâ havada asılı duruyor, yağmur bulutları ağır ağır birikiyordu. Okulun bahçesindeki yaşlı çınar ağacının gövdesine bir gece yine yazılar kazınmıştı. Sabah silinmişti. Tıpkı son günlerde okulun havasındaki o açıklanamayan, tarif edilemeyen boğucu gölge gibi

      Günün birinde “Hocam,” dedi müdür. “Yukarısı... daha fazla kalmana müsaade etmeyecek. Resmî yazı böyle değil elbet. Diyor ki: ‘Hizmet ihtiyacı nedeniyle yer değişikliği.’ Ama hepimiz biliyoruz... bu bir sürgün.”

      Ahmet Nureddin gözlüğünü çıkardı. Sessizce mendiliyle camını sildi. Ne şaşırdı ne de itiraz etti. Yalnızca, “Ne zaman gitmem isteniyor?” diye sordu. “Bir hafta içinde. Ama sessizce. Öğrencilere açıklama yapılmaması rica edildi.”

      O hafta boyunca hiçbir öğrenci Ahmet Hoca’nın içinde kopan fırtınayı fark etmedi. Her gün aynı ceket, aynı kitaplar, aynı sakin ses tonu. Ama Cenap bir değişiklik fark etmişti.

     Ahmet Hoca’nın gözlerindeki fer sönmeye yüz tutmuştu. Bir derste, Cenap dayanamayıp sordu: “Hocam siz de gidiyor musunuz?”

       Ahmet Hoca dondu. Bir anlık bir boşluk oldu sınıfta. Sonra başını öne eğdi. “Bazen kelimelerin gitmesi gerekir, Cenap. Ama kelimeler giderken eğer iz bırakıyorsa, o zaman aslında hiç gitmemiştir.”

     O akşam Cenap defterine şunu yazdı: “Bazı gidişler vedasız olur. Çünkü vedalaşmak, ayrılığı kabullenmektir. Ahmet Nureddin Hoca vedalaşmadan gidiyor. Çünkü bu ayrılığı biz hak etmedik.”

      Ahmet Hoca son gün, sabah dersinden sonra kütüphaneye uğradı. Raflara birkaç yeni kitap daha ekledi. İçine küçük notlar yazdı: Kuyucaklı Yusuf’un içine: “Yalnızlığı taşıyanlar, hakikati taşımaya da alışkındır.” Çile’nin içine: “Zorluklar, kalbi incitir ama ruhu eğitir.” Dönüşüm ’ün içine: “Toplumdan dışlanan herkes, aslında toplumu temsil eder.”

     Sonra kütüphane masasının çekmecesine bir zarf bıraktı. Üzerinde tek bir cümle vardı: “Bu okulda, sessizce kelimeleri yeşerten bir adam yaşadı. Adı Ahmet Nureddin'di.”

Ertesi sabah, Ahmet Hoca vedasızca gitti. Servis minibüsüne tek başına bindi. Ne öğrencilere el salladı ne de arkasına baktı. Ama Genç Cenap, o sabah okulun çatısına çıktı ve uzaklaşan vasıtaya baktı. “Bir gün profesör olursam, ilk dersime onun adıyla başlayacağım.”

     “Bugün kelimeler sessiz. Ama yarın… mutlaka konuşacaklar.”

**

                                                                -2015-

     Güneşli bir Nisan sabahıydı. Baharın ilk nefesi Diyarbakır’ın bütün ilçelerine dağılmış; Çınar’ın tozlu sokakları bile o gün bir başka kokuyordu. Lisenin bahçesindeki yaşlı çınar ağacı, uzun zamandır ilk defa dallarını bu kadar yeşil açmıştı. Sanki birini bekliyordu.

     O gün Çınar Lisesi’nde sıra dışı bir tören vardı. Okulun yeni müdürü, öğretmenler, öğrenciler ve basit ama içten bir kalabalık…

     Ve konuk olarak gelen biri: Prof. Dr. Cenap Ekinci: Adı şimdi akademik çevrelerde anılan, üniversitelerde dersleri dolup taşan bir tıp profesörüydü. Ama o, ne zaman bu topraklara dönse, ne zaman çınarın gölgesine otursa, zihninde aynı yüz belirirdi: Hocası Ahmet Nureddin.

     Cenap kürsüye çıktığında, okulun çatısına göz ucuyla baktı. Yıllar önce Ahmet Hoca’yı uğurlarken durduğu yerdi orası. Konuşmaya başlamadan önce cebinden yıpranmış bir defter çıkardı.

     Sarı sayfaların arasından ince bir şiir kâğıdı düştü — Yusuf’un yıllar önce yazdığı şiir. Ve sonra derin bir nefes aldı:

      “Ben bu okulda bir öğretmen tanıdım.

       Adı Ahmet Nureddin.

       O bize sadece edebiyat öğretmedi.

       O, bir kelimenin

        İnsanı nasıl dik duracağını öğretti.

       O, susturulan her çocuğun içinde hâlâ haykıran bir şiir olduğunu fark ettirendi.”

     Kalabalık sessizleşti. Eski öğretmenlerden biri ağlıyordu. Bazı öğrenciler anlamıyordu ama hissediyorlardı. Bir müddet durup yutkunan Cenap devam etti:

      "Ahmet Hoca hiçbir zaman yüksek sesle konuşmadı.

      Ama onun suskunluğu, birçok çığlıktan daha gür çıktı.

     Biz onu vedasızca uğurladık.

     Şimdi çınarın altında, onun adına bir kitaplık açıyoruz.

     Çünkü kelimeler gitmez.

      Onlar bekler.

      Ve bir gün, geri döner.”

      Çınar ağacının altına, taş duvarlı küçük bir raf yerleştirildi. Üzerine bakır levhadan bir plaket çakıldı: "Ahmet Nureddin Kitaplığı — Sessizliğin Sesiyle Büyüyenlere"

      İçinde Yusuf’un şiirinin fotokopisi vardı. Kenarında şu not: “Sustum. Çünkü susmak da bir tür haykırıştı.” – Yusuf (1988)

      Ve üst rafta duran en özel kitap: Cenap Ekinci’nin kaleme aldığı bir eser. Bir final imtihanında, Cenap öğrencilerin sorularını cevaplarken birisi şöyle demişti:

     “Hocam sizce hocalarınız sizi bugün görse, ne derdi?”

     Cenap gülümsedi.

      Cevabı defterindeydi ama artık ezberindeydi:

     “Belki şöyle derdi:

     ‘Cenap, sen kelimeleri yalnız bırakmadın.

     Şimdi sıra onları başkalarına emanet etmekte.’”



Bu yazı 44 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI