Merhum Mehmet Yavuz kardeşimiz ve dahi hemşerimiz üzerinden tanışmıştım merhum Mehmet Emin Vural abimiz ile…
Böylece başlayan dostluğumuzu, uzaklık nedeniyle medya üzerinden sürdürdük. Mehmet Emin abi ile son görüşmemiz ise, yaklaşık iki sene önce idi. Kendisini arayıp, yeniden Avusturya’ya döneceğimizi söyleyince, gelip beni evden aldı ve iş yerine gittik. Derken, daldık dipsiz bir sohbete… Sohbet dediğim, o konuştu ben dinledim. Ben sordum, o cevapladı!
Bazen ikimizin de gözü doluyordu. O, ömrü boyunca çektiği acıları bir daha yaşıyor olduğu ve adeta iniltilerini duyuyor gibi olduğum için…
Sona geldiğimizde, “abi, bir dönemin büyük tanıklarındansın. Dolayısıyla bu yaşadıklarını yazman, bizim senin üzerindeki hakkımızdır” dedim ve o da, “tamam kardeşim, yazacağım inşallah” şeklinde oldu. Vedalaşırken de dayanamadım bir daha söyledim: “Abi, peşini bırakmayacağım. Arada bir arayıp, yazıp yazmadığını ve nereye kadar yazdığını da soracağım.”
Tebessüm etti, sarıldık ve ayrıldık…
Sonraki haberleşmelerimiz artık uzaktandı…
En son aradığımda ise, cevap veren kendisi değil oğlu idi ve hastaneye yatırdıkları babasının başında olduğunu söylüyordu… Sonrası Malumunuz; Rabbine dönüş…
Merhumun arı, duru ve berrak bir hafızası vardı, bu hafızası ve o güçlü kaleminden dökülenler de o derece arı, duru ve berrak idi…
Belki de yaşadıklarını yazmaya başlamıştı, ama ömrü fazlasına yetmedi…
Bu konuyu bu kadar çok önemsiyor olmamın nedeni, tarihi hafızamız olması nedeniyledir. Şunu şüphesiz bir şekilde söyleyebilirim ki, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu ülkede en fazla zulüm görenler, Müslümanlar olduğu gibi, tarihi hafızası olmayan ve yaşadıklarını kayıt altına almaktan aciz olanlar da Müslümanlardır!
Hâlbuki bu böyle geldi, ama böyle gitmemeliydi.
Abimiz, aynı zamanda MTTB – Akıncılar Geleneğinden geliyordu.
MTTB’nin Milliyetçi – Laik bir çizgiden İslami çizgiye dönüşme süreci vardır ki, o bahsi diğerdir.
Malumumuz, 20 küsur yıldır tek başına iktidar olan AK Parti’nin kurucuları da bu gelenekten gelenlerdir. Öyleyse neden bir hafıza oluşturamadığımıza dair sorularımızı da bu abilerimize soralım…
Gerçi yine zülfüyâra dokunmuş olacağız, ama olsun…
Ve MTTB – Akıncı abilerime ilk sorumuz yakın tarihimizden:
- Sizin, “çapulcu” diye tanımladığınız Gezi Olayındaki eylemleri gerçekleştirenler, neredeyse sadece yakma, yıkma, kin, nefret ve düşmanlıktan ibaret olan o eylemleri hakkında en az 30 kadar kitap yazmışken, sizlerin haddizatında bir milat olan 15 Temmuz üzerine bir tane bile olsun kayda değer bir kitabınız, bir filminiz veya bir belgeseliniz var mı?
- Sıradan programınızı bile naklen yayınlayacak kadar hizmetinizde olan onca TV kanalı içinde, içeriğiyle Allah’a savaş açmayan bir tane kanalınız var mı?
- Sözlerinizi kutsal buyruklar gibi haberlerine ve köşelerine döşeyen onca gazeteniz ve derginiz var, ama örneğin, dün beraber olduğunuz Metin Yüksel ve Sedat Yenigün kokan bir gazeteniz veya bir derginiz var mı?
Abiler… Hani neslimizi müstemleke eğitim sisteminin iğfalinden kurtaracaktınız? Hani ailemizi tehdit eden tehlikeleri yok edecektiniz? Ve hani biz Müslümanlar da artık bu ülkenin eşit vatandaşları olacaktık ve azgın azınlığın hakaretleri ve haklarımıza tecavüzleri son bulacaktı?
Sahi, verdiğiniz vaatleri yerine getirmenin yolu Anıtkabir’den mi geçiyor ki, her yıl kendi rekorunuzu kırarak Anıtkabir’e doluşuyorsunuz?
Söyleyin abiler ve ablalar… Her gün yitirdiğimiz hafızalarımıza mı ağlayalım veya neden hafızamızı oluşturup koruyamadığımıza mı yoksa izzeti zelil yerlerde arayanlarımıza mı?