Bugun...


Ayşeli Polat

facebook-paylas
DEĞİŞEN DÜNYANIN DEĞİŞEN BEKLENTİLERİ
Tarih: 23-03-2024 16:06:00 Güncelleme: 23-03-2024 16:06:00


Vaaz bitince, çantamı aldım, çıkmak için kapıya yöneldim. Mütereddit bir tonda “Hocam!” sözcüğü kulağıma çalınınca bir an durakladım. Duyduğumun gerçek mi yoksa oruçtan mütevellit bir hayal mi olduğundan emin olmak için biraz bekledim. “Hocam lütfen bekler misiniz?” 
Ses arkadan geliyordu. Olduğum yerde geriye dönüp beklemeye başladım. 25 yaşlarında, uzun boylu, beyaz tenli, renkli gözlü, bu çağa göre gayet mütesettir bir genç kız yanıma geldi. Yüzüne bakınca gülümsedim. Çünkü bu kız, vaaz sırasında da ilginç sorular sormuş, dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Demek ki soracağı sorular bitmemişti.  
“Müsaitseniz biraz konuşabilir miyiz? Fikrinizi almak istediğim önemli bir konu var.” Dedi nazikçe. “Tabii buyurun, lakin ben uzun süre ayakta duramıyorum. Cemaat tamamen çıksın. Sonra oturup konuşalım olur mu?” dedim. Zor duyulur bir sesle “Olur” dedi. 

İçerisi tamamen boşaldıktan sonra oturduk. “Hocam, kusura bakmayın vaktinizi alacağım ama bana hususen sizin isminizi verdiler. “Mutlaka Ayşeli Hoca ile konuş!” dediler. O yüzden bugün buraya sadece sizinle konuşmak için geldim.” Dedi. Normalde “İsmimi kim verdi? Niye verdi?”  diye didiklerim. Ama akşama iftara misafirlerim vardı. Bir an önce sorusunu cevaplayıp eve gitmek istiyordum. “Sorunuzu gerçekten merak ettim. Duymak isterim” dedim.  

“Hocam isminizi veren kişi sizin bir vaiz olduğunuzu, vaizliğiniz sırasında birçok vakaya şahit olduğunuzu, problem yaşayan çiftleri dinleyip problemlerin çözümü hususunda etkili olduğunuzu söyledi.” Dedi. “Estağfirullah, arkadaşlarımızın hepsi bu konuda mahirdir, ellerinden ne geliyorsa çekinmeden yaparlar.” Dedim. “Elbette öyledir ama ben sizinle konuşmak istedim.” Dedi ve devam etti. 

“Hocam yaklaşık 5 yıldır evlilik hususunda görüşmeler yapıyorum. Bedenen, zihnen, ruhen, mesleki, maddi ve dini açıdan birbirinden çok farklı şahsiyetlerle görüştüm. Fiziki olarak kendime münasip gördüğüm kişinin mesleği hoşuma gitmiyor. Maddi olarak kendime münasip gördüğüm kişinin karakterini beğenmiyorum. Dini açıdan münasip gördüğüm kişiyle ruhen uyuşmuyoruz. Bu yüzden de gelen bütün taleplere ret cevabı veriyorum. Bu durum da ailemi ziyadesiyle üzüyor. “Sen tornadan çıkmış erkek istiyorsun. Öyle bir dünya yok! Gelenlerden birini kabul etsene! Her konuda mükemmel bir insanı nereden bulacaksın? Hem her konuda mükemmel olan biri seni beğenecek mi?” diyerek beni bir an önce karar vermem hususunda darlıyorlar. Önüne gelen herkese beni şikâyet ediyorlar. Biliyorum, ailem de kendince haklı, kızlarının mürüvvetini dünya gözüyle görmek istiyorlar. Onları da anlıyorum. Ama ben de evlenip, çevremdeki kişiler gibi mutsuz bir hayat sürmek istemiyorum. Fiziken, ruhen, fikren bana birebir uyan biriyle hayatımı birleştirmek istiyorum. Sonuçta iki cihan saadetim buna bağlı, öyle değil mi? Yoksa abartıyor muyum?” 

“Hayır, tabii ki abartmıyorsun. Hayatımızın büyük bir bölümünü evlendiğimiz kişi ile birlikte geçiriyoruz. Hem dünyamızın hem de ahiretimizin selameti, bu dönemi nasıl geçirdiğimizle alakalı.” 

“Hocam, işte ben de bu yüzden kılı kırk yarıyorum. Mutsuz bir evlilik yapıp dünyamın heba olmasını, yaşadıklarıma isyan edip imtihanı kaybederek ahiretimin heba olmasını istemiyorum. Ama kimse beni anlamıyor. “Mükemmel erkek yoktur, bazı isteklerini iptal edeceksin, bazı kriterlerden taviz vereceksin, bazı kusurları görmezden geleceksin” diyor ailem. Bazen “Acaba bazı kriterlerden vaz mı geçsem? Bazılarını görmezden mi gelsem?” diye düşünmüyor değilim. Ama hangilerinden vazgeçersem kaybım en az olur onu kestiremiyorum. Geçen gün bir arkadaşa bu konuyu açtım. Bana direk sizinle görüşmemi öğütledi. “Ayşeli Hoca uzun zamandır çiftlerle görüşüyor. Bu yüzden mutsuz evliliğe sebebiyet veren erkek tiplerini iyi bilir. Bu zamanda mutlu bir evlilik için hangi kriterler öne çekilmeli, hangi kriterler sona bırakılmalı iyi analiz eder. Mutlaka onunla bir konuş. Sonra kararını ver.” Dedi. Ben de size geldim. Hocam, evlilik talebinde bulunan erkeklerden hangi karakterde olanları direk elemeliyim? Hangisiyle evlenirsem mutsuz olurum? Ya da şöyle sorayım. Evleneceğim kişide ilk olarak arayacağım, olmazsa olmaz hususiyetler nelerdir?  ” dedi. Gülümsedim. 

“Bu soruyu vaizliğimin ilk yıllarında sorsaydın cevabım çok daha farklı olurdu. Çünkü vaizliğimin ilk yıllarında, bize çok farklı problemlerle geliyordu çiftler. Hayattan beklentileri, evlilikten beklentileri, birbirlerinden beklentileri farklıydı. Bu yüzden sunduğumuz çözümler, verdiğimiz cevaplar da o minvaldeydi. Sen de takdir edersin ki ışık hızıyla gelişen teknoloji ve internet hayatımıza girdiğinden beri dünya çok değişti. Dünya ile birlikte, insanlar da değişti. Bu korkunç değişime evli çiftler de duyarsız kalamadı. Dolayısıyla çiftlerdeki beklentiler, beklentilerin niteliği ve niceliği de değişti. Sonuç olarak, evlilikte olmazsa olmaz kriterler de yer değiştirdi maalesef.  

Mesela eskiden, dini hassasiyeti olan bir kızın evlenirken aradığı ilk kriter, eş adayının dindar olmasıydı. Prestijli bir meslek veya yakışıklılık ikinci sırada gelirdi. Eş adayı, beş vakit namazla yetinmeyip nafile namazları da eda ediyorsa; İslam’a hizmet gibi bir derdi, bir sevdası varsa; evliliği sadece, İslam’a hizmet ederken onunla birlikte koşturacak bir yol arkadaşlığı olarak görüyorsa, kız için bütün beklentiler karşılanmış oluyordu. Eş adayı fakirmiş, evlenmek için tek kuruşu yokmuş, daimi bir mesleği yokmuş, yakışıklı değilmiş… Bunların kız için hiçbir önemi yoktu. Çünkü onun hayallerini süsleyen şey, evde imam olup öne geçen bir erkeğin arkasında namaz kılmak, eşiyle el ele tutuşup birlikte Allah’ın rızasını kazanmak için çatlayana kadar koşturmaktı. Bu hayalleri gerçek olan birçok genç kızın, günübirlik işlerde çalışan bir erkekle, gelinlik giymeden, bir tek yüzükle nikâhlanıp, iki göz odayı minderle doldurup mutlu, mesut yıllarca evli kaldığına şahit oldum. 
Dini hassasiyeti olmayan bir kızın evlenirken aradığı ilk kriter de ya prestijli bir meslek ya zenginlik ya da yakışıklılıktı. Mesela eş adayı doktor, öğretmen, mühendis, hâkim ise, diğer adaylara göre 1-0 öndeydi. Onun karakterine, huyuna, dindarlığına bakılmazdı. Çünkü iyi bir meslek, iyi ve refah bir hayat demekti.  

Bu durum erkekler cenahında da farklı değildi. Dini hassasiyeti olan bir erkek, evlenirken evlendiği kızın güzelliğine, ev işlerinde mahir olmasına bakmazdı. Dindar, mütesettir, edepli, dava şuuruna sahip olması, evlenecek erkek için ideal bir kriterdi. Dini hassasiyeti olmayan bir erkek ise, öncelikle güzel, alımlı, bakımlı, ev işlerinde mahir, köyde ise bahçe işlerinde mahir bir adayla evlenmek isterdi. Dindar olup olmaması, açık olup olmaması, namaz kılıp kılmaması bir şey ifade etmezdi. 
Günümüzde ise durum çok çok farklı. Her geçen gün hızla değişen ve gelişen bir teknoloji var. Refah seviyesi eskiye nazaran had safhada. Dolayısıyla refah seviyesi arttıkça tüketim de artıyor. Dünya adeta bir köy hükmünde. Medya aracılığıyla herkes birbirinden haberdar ve bu durum etkileşimi kaçınılmaz kılıyor. İsteklerimiz, arzularımız, hatta hayallerimiz bile birbirinin aynı. Ürettiklerimiz ve tükettiklerimiz birbirinin aynı. Arz ve talep birbirinin aynı. Eskiden lüks harcama olarak görülen birçok şey, günümüzde ihtiyaç olarak görülüyor. Bu değişim insanların evlilikten ve birbirlerinden beklentisini de etkiliyor ve değiştiriyor.  

Mesela günümüzde en dindar kızın bile hayalinde misafir odası takımı, yemek odası takımı, yatak odası takımı olan, mutfak dolapları son model, düzenli bir ev vardır. Eş adayının ne kadar dindar, ne kadar ilim ehli, ne kadar müttaki olduğunu söyleseniz de o kızı minderli bir evde oturma hususunda ikna edemezsiniz. Ya da günlük çalışıp günlük yetecek kadar kazanan bir eş adayı, allâme-i cihan da olsa o dindar kız onunla evlenmek istemez. Hele gelinlik giymeden hiçbir kızı evlendiremezsiniz. Çünkü medya sürekli rahat bir hayatın reklamını yapıyor. Diziler, filmler, yüzme havuzlu, hizmetçili villaları, fabrikatör babalarının paralarını saçıp savuran yakışıklı şehzadeleri insanların gözüne gözüne sokarken, siz hiçbir dindar kızı, evlendiğinde eşini rutubetli bir bodrum katında oturtabilecek maddi imkâna sahip dindar bir erkekle evlendiremezsiniz.  

Günümüzde maalesef gerek medyanın gerekse mahalle baskısının etkisiyle din ve dindarlık, evlilik kriterinde ikinci planda kalıyor. Bu etki öyle büyük bir etki ki, her dindar kız, eş adayının evlilik teklif ederken, içinde son model tek taş yüzük bulunan bir kutuyla önünde diz çökmesini hayal ediyor. Eğer böyle bir evlilik teklifi gerçekleşmediyse kendisine değer verilmediğini, sevilmediğini düşünüp ömrünün sonuna kadar mutsuz oluyor. Bu durumu temcit pilavı gibi eşinin önüne ısıtıp ısıtıp getirmesini söylemiyorum bile. Öyle bir etki ki, kızımız sadece gelinlik değil, nişanlık, kına için bindallı, kınada nedimelerin gösteri yapacağı muhteşem bir organizasyon istiyor. Bitti mi? Tabii ki hayır.  

En asgari 100 gr. altın, gösterişli bir düğün salonu, en kalitelisinden mobilyalar, eksiksiz beyaz eşyalar, ölene kadar rahat ettirecek dolgun bir maaş, diğer kadınlara hava atabileceği prestijli bir meslek, yanına yakışacak yakışıklılıkta bir erkek istiyor. Bitti mi? Ne mümkün! 
Bu eş adayı, sık sık yaptığı sürprizlerle kızımızın başını döndürmeli. Doğum günü, evlilik yıl dönümü, sevgililer günü, kadınlar günü vs. hiçbir özel günü asla ve kat’a unutmamalı.(Bu yüzden yıkılan nice yuvalar biliyorum.). Bu özel günleri de alelade kutlamamalı. Her yıl farklı bir organizasyon, farklı bir sürpriz düşünmeli. Bir yıl koridora gül yaprakları döküp evi mumlarla süslediyse, diğer yıl bir tatil kasabasında tatil ayarlamalı. Haftanın en az 3 günü dışarıya yemeğe çıkarmalı. Hafta sonları alışveriş merkezlerine götürmeli, kredi kartındaki son kuruş bitene kadar çılgınca alışveriş yapmasına ses çıkarmamalı. Kızımız çalışıyorsa kendi kazancını istediği gibi harcamalı, hesap sormamalı. Hatta kızımız maaşını, aldığı ilk gün yaptığı alışverişle son kuruşuna kadar harcayıp, ikinci gün eşinin kazancından tırtıklamalı, buna da zinhar ses çıkarılmamalı. Bitti mi? Yok! 

Evde sadece onun sözü geçmeli. Masaya vurdu mu dediği anında olmalı. Haftanın en az 3 günü ailesine ziyarete gidilmeli. Ama eşinin ailesine zinhar gidilmemeli. Eşi ailesiyle ve kardeşleriyle bayramdan bayrama görüşmeli. Buna izin verdiği için de kızımıza minnettar kalmalı, teşekkür etmeli.  Eşi kızımıza karşı çok cömert, çok anlayışlı, çok fedakâr, çok yardımsever olmalı. Yemek yapmayı, bulaşıkları makineye dizmeyi, ütü yapmayı, temizlik yapmayı çok iyi bilmeli. Kızımız kafası attığında, çocuğu eşine bırakıp şehir dışına gezmeye gidebilmeli… Daha söylenecek yığınlarca şey var da maksat hâsıl oldu diye burada bitireceğim. 

Demem o ki artık dindar bir kızın bile evlilikten beklentileri çok farklı. Dini hassasiyeti olmayanı var sen hayal et. 
Gelelim günümüzde kendini “dindar” olarak vasıflandıran erkeklerin evlilikteki beklentilerine ve eş adayında olmasını istedikleri kriterlere… Öncelikle eş adayı çalışan olmalı. Ne de olsa bu zamanda tek maaşla geçinilmez. Maaş kartını kocasının eline vermeli ve bir maaş kartı olduğunu ebediyen unutmalı. “Ben de çalışıyorum” tarzı itirazlar, hatta imalarda bile bulunmamalı. Kocasının parayı nereye harcadığı hususunda zinhar sorgulamamalı. Bir şey almak istediğinde parayı kocasından istemeli, izin verirse almalı. Tutumlu olmalı, sürekli alışveriş yapmamalı. Kocasından bir şey istememeli. Eve getirilene razı olmalı. Bitti mi? Tabii ki hayır. 
Güzel ve bakımlı olmalı. Giydiğini yakıştırabilmeli. Ama sürekli giysi almamalı. Başı örtülü tercih edilir ama başı açık olsa da sıkıntı değil. Evi çekip çevirebilmeli. Aynı anda hem iş hayatını hem evlilik hayatını hiç pürüz çıkarmadan yürütebilmeli. İşten kaçta gelirse gelsin, işi ne kadar zor olursa olsun akşam eve gelindiğinde yemek hazır olmalı. Eve girer girmez mutfağa girmeli, sofrayı o hazırlamalı, o kaldırmalı. Tezgâhta asla bulaşık olmamalı. Bütün kıyafetler gardıropta ütülü olmalı. Kirli sepetinde çamaşır, ütülenecekler bölümünde kıyafet olmamalı. Ev her an temiz olmalı. İşten yorgun gelip kanepeye uzandığında çay tam zamanında önüne gelmeli. Çaydanlıklar ocağın üstünden indirilmemeli. Bardak boşalır boşalmaz ocaktaki sıcak çaydan doldurulmalı. Erkek ve kadın aynı anda eve girseler de, kadın çay doldurmak için defalarca mutfağa gidip gelse de asla şikâyet etmemeli. Kahve, meyve, tatlı servisi gecikmemeli. Yorgunluk ifade eden tek kelime etmemeli, yüzünü buruşturmamalı. Bunları yaparken de asla bakımsız, pasmanta dolaşmamalı. Bitti mi? Ne mümkün! 
Hiçbir şeyden şikâyet etmemeli. Çok konuşmamalı. Sözünün üstüne söz söylememeli. Söylenen hiçbir söze itiraz etmemeli. İstişare için bir şey sorduğunda, onun söylediğini değil de kendi bildiğini yapsan da sesini çıkarmamalı. Masaya yumruğunu vurdun mu korkmalı, çekinmeli. Öfkelendiğinde kum torbası olarak kullansan da, istediğin zaman hakaret etsen de kırılmamalı, küsmemeli, trip atmamalı. Asla başı ağrımamalı. “Gel” dediğinde gelmeli, “git” dediğinde gitmeli. Sokakta edep timsali bir hanımefendi, yatakta fahişe olmalı. Söylediğin her şeye itirazsız, amasız, fakatsız, lâkinsiz itaat etmeli. Bitti mi? Yok! 

Ailesine saygıda ve hizmette kusur etmemeli. Ailesi haksız da olsa tek kelime etmemeli. Ailesinin yanında erkeklik damarı kabarıp kırarsa kırılmamalı, ağlamamalı, üzülmemeli, yüzünü ekşitmemeli. Mümkünse duygularını aldırmalı. Akrabalarıyla arkadaşlarıyla, dostlarıyla görüşmemeli, görüşmeyi talep etmemeli. Hangi ailede, hangi şehirde, hangi kültürde yaşadığını ebediyen unutmalı. Taleplerini, yiyeceğini, içeceğini, üzülüp sevineceğini, düşüncelerini kocasının kültürüne göre şekillendirmeli. Bitti mi? Çok beklersin. 

Çocukların küçüklüğünde her şeyleriyle sadece o ilgilenmeli. Ağladığında o kalkmalı, o bakmalı. Hastalandığında başlarında o durmalı. Çocuk bakarken evi ihmal etmemeli, misafirlere ikramda kusur etmemeli. Büyüdüklerinde ise çocukların hayatlarına asla karışmamalı. Çocukları terbiye etmemeli, eğitmemeli, uyarmamalı, ikaz etmemeli. Mümkünse çocuk doğurduğunu unutmalı. Çocukların yanında bağırdığında, hakaret ettiğinde küsmemeli, ağlamamalı. Mümkünse kalbini çıkarıp atmalı. Daha yazacak o kadar çok şey var ki… Bunu da burada keseyi dilersen…” 

“Hocam ne diyeceğimi bilmiyorum. Günümüz toplumunu iyi analiz etmişsiniz. Pekiyi bu kadar istek arasından hangisini öne çekersem mutlu olurum? Ya da şöyle sormak istiyorum. Asla ve asla evlenilmemesi gereken, beni hem burada hem de ahirette mutsuz edecek erkek tiplerini sıralayın desem nasıl bir sıralama yaparsınız?” 

“Güzel bir soru. O halde, dinlediğim vakaları ve fetva hattına gelen telefonları referans alarak günümüzde yaşanan mutsuz evliliklerin veya yıkılan yuvaların baş müsebbibi olan erkek tiplerini dilim döndüğünce sıralamaya çalışayım. 
Öncelikle bir erkek, kadın psikolojisini öğrenmeden evlenmemeli. En az bir erkeğin psikolojisinden haberdar olduğu kadar kadın psikolojisinden haberdar olmalı. Kadınların zaaflarını, sevinçlerini, üzüntülerini, sevgilerini, nefretlerini, duygularını çok iyi bilmeli. Kadın ruhundan anlamayan, anlamak istemeyen, anlayıp da anlamamazlıktan gelen, anladığı halde görmezlikten gelen, yok sayan, iptal eden, ihmal eden, imhal eden bir erkekle zinhar evlenmemelisin. Evlilikte köşe bucak kaçacağın, en tehlikeli erkek tipi bunlardır. Bu erkek, dünyanın en dindar, en ilim ehli, en yakışıklı, en zengin, en prestijli meslek sahibi biri olsa da bu evliliğin sonu ya ömür boyu mutsuzluktur ya da ayrılıktır. Bu durumu misallendirerek anlatmak istiyorum. 

Mesela bir kadının, fıtri olarak günlük belli sayıda kelimeyi tüketmek için konuşması gerektiğini, kadınların ayrıntıya girerek anlattığında rahatladığını, bunun fıtri bir durum olduğunu bilmeyen bir erkek, işten eve geldiği zaman kanepeye uzanıp telefonuyla vakit geçirmek, kitap okuyarak farklı bir aktivite ile meşgul olmak, kafasını dinlemek, yorgunluğunu atmak ister. Kadın, akşama kadar gelişen olayları en yakını olarak bildiği, diğer yarısı olarak gördüğü eşine anlatmak, onun tarafından anlaşılmak, kaliteli bir dinleme ile dinlenmek istediğinde, kadını çok konuşmakla, kafa ütülemekle, dırdır etmekle, her şeyi büyütmekle suçlar. Büyük bir heyecanla eşinin yanına gelip konuşmaya başlayan fakat eşi tarafından 
suçlanıp yargılanan kadın susar. Öyle bir susar ki artık kalbini dağlayan en üzücü olayı, yüreğini kabartan en mutlu olduğu ânı bile eşiyle paylaşmaz. Erkek de kadını başından attığını, ondan kurtulduğunu zannederek günlük rutin dinlenme pozisyonunu alır, telefonda vakit geçirir. Ama erkeğin unuttuğu bir şey vardır. O kadın fıtraten o tüketmesi gereken kelimeleri öyle ya da böyle tüketmek zorundadır. Evde anlaşılmadığı ve dinlenmediği için sessizliğe gömülen kadın, ya gittiği sohbetlerde karşılaştığı kadınlarla konuşarak rahatlama yoluna gider, ya altın günleri tertip ederek iki lafın belini kırar, ya da günümüzün en büyük fitnesi olan sosyal medyada kendisini itirazsız, amasız, fakatsız, lakinsiz ve sınırsız dinleyen binlerce erkekten biriyle yazışarak bu ihtiyacını giderir. Çünkü konuşmak bir kadın için ertelenemez, ertelenmesi teklif dahi edilemez bir ihtiyaçtır. Erkek, “Çok şükür şu kadının çenesinden kurtuldum. Artık beni meşgul etmiyor.” diye kanepede telefondaki komik videolara güledursun, kadın diğer kanepede kendisini yargılamadan, suçlamadan, itiraz etmeden dinleyen başka bir erkekle yazışmaktadır. 

Eşini dinlemeyen bir erkek, aslında kendi kafasına sıkmaktadır ama farkında değildir. Fetva hattını arayan, içlerinde dini bütün, beş vakit namazlı hanımların da olduğu birçok kadın, eşi tarafından dinlenmediği için sosyal medya bağımlısı olduğunu, o platformda tanışıp konuştuğu biriyle işi ilerletip nefsine uyduğunu söylediğinde, bu durumun ne vahim sonuçlar doğurduğunu net olarak fark ettim.  

Demem o ki, içindeki çocuğun kikirdeyişine izin vermeyen, en mahrem alanın olan evinde doya doya gülemediğin, sen sevinçten ıslık çalarken, ıslığıyla aynı melodiyi seslendirerek ıslığına katılmayan, konuşurken “Acaba beni kaçıncı dakikada yargılayacak?” diye çekindiğin, içinde uçuşan kelebeklerin üstüne kezzap atan, derdini de keyfini de anlatamadığın, dinlenmediğini ve anlaşılmadığını iliklerine kadar hissettiğin biriyle asla evlenme! 

Allah kadını duygusal yönden mükemmel bir surette yaratmış. Bu fıtri özellikten dolayı her kadın, sevilmek, sevildiğini en güzel kelimelerle işitmek, sevildiğini iliklerine kadar hissetmek, takdir görmek, iltifat duymak, beğenilmek ister. Güzelliğini sergilemek, göstermek ister. Kadın kulunu daha zarif, daha zinetli yaratan Rab, kulunun bu hususiyetini bildiği için tesettürü emretmiştir. Bir erkeğin güzel bir kadın gördüğünde gözlerini yumması, bakışını çevirmesi ne kadar zorsa, bir kadının güzelliğini gizlemesi, kapanması da o kadar zordur. Bu açıdan harama gözünü yuman bir erkek nasıl takdiri ve tebriği hak ediyorsa, sadece Allah için kapanan bir kadın da takdiri ve tebriği hak eder. Allah, kadına dışarıda tesettürü emretmiş fakat bu fıtri ihtiyacını helal yoldan giderebilmesi için evliliği tavsiye etmiş.  

Her şeyin görünür ve göz önünde yaşandığı, mahremiyetin kalmadığı garip bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medya, eşlerine methiyeler düzen, “Aşkım, hayatım, bir tanem…” hitaplarıyla başlayıp, kadın ruhunu okşayan nice cümlelerle devam eden kocişlerle dolu. Sevgi sözcüklerinin enva-i çeşidinin havada uçtuğu bir çağda, kadın sevilme ve beğenilme ihtiyacını evdeki helalinden gideremezse, bu ihtiyacını giderecek farklı mecralara yönelebilir. “Sevmesek yanında durur muyuz? Sevmesek pişirdiğini yer miyiz?” diyerek karısından birkaç güzel sözcüğü esirgeyen, sevdiğini dile getirdiğinde karısının şımaracağını veya erkekliğine zeval geleceğini zanneden erkek, bile isteye karısını başkalarının kucağına atmış demektir. Zira sosyal medya, gün görmemiş güzel sözcüklerle, en duygusal şiirler ve aşk şarkılarıyla kadınların kalbine girmeyi ve onları kötü emellerine alet etmeyi bekleyen çakallarla dolu. Evde sevgisiz, iltifatsız, takdirsiz, ilgisiz kalan kadın, bu kadar çakalın fink attığı bir ortama ne kadar direnebilir? Fıtratını ne kadar yalanlayabilir? İhtiyacını ne kadar erteleyebilir? Dinlediğim vakalardan çıkardığım sonuç, kadınlar bu ihtiyacını öyle ya da böyle gideriyor. Evde helali ile tatmin olan kadın durumu kurtarırken, helalinden beklediği ilgiyi göremeyen kadın ise harama tevessül edebiliyor. Bunun haram olduğunu söylediğimde ise verdikleri cevaplar hiç değişmiyor: “Ama hocam o kişi beni çok seviyor. Beni beğeniyor. Sürekli iltifat ediyor. Mesela ben gözlerimin güzel olduğunu ilk onunla fark ettim. Beni saatlerce dinliyor. Yargılamıyor, itiraz etmiyor. Hem aramızda dini nikâhta yaptık. Haram olmuyor ki!” 

Düşünebiliyor musun, evli bir kadın, başka biriyle evlenemeyeceğini bilmiyor. Dini nikâh ile yaptığının meşruluk kazanacağını düşünüp sosyal medyada tanıştığı kişiyle karı-koca ilişkisi yaşıyor. Üzülerek söylemeliyim ki bu kadınların sayısı da az değil. Demem o ki, kadınların sevildikçe güzelleştiğini, iltifat gördükçe çiçek açtığını, takdir gördükçe gençleştiğini bilmeyen, senden sevgi ve iltifat sözcüklerini bilinçli olarak esirgeyen, seni sosyal medyadaki kıytırık birkaç şiire, birkaç güzel söze muhtaç edip çakalların kucağına atan, başkalarının mutluluğuna gıpta ile bakıp göz yaşı dökmene sebep olan, onunla yaşadığın her an yana yakıla ölümü isteyeceğin, nefes aldığın her an evlendiğin güne lanet edeceğin, evlendiğin için deliler gibi pişman olacağın, hem dünyanı hem ahiretini hüsrana uğratacağın bir erkekle asla evlenme! 

Kadın değer görmek, değerli olduğunu hissetmek ister. Bu bazen küçük bir hediye, bazen de küçük bir sürprizle olabilir. Yeter ki kadın bununla sevildiğini, düşünüldüğünü, kıymet verildiğini hissetsin. Mahremiyetin hâk ile yeksan olduğu bu çağda, eşinin doğum gününde (erken gelen, zamanında verilen, geç kalan, bir türlü bitmek bilmeyen) doğum günü hediyelerini sosyal medyada paylaşıp güzel cümlelerle doğum gününü kutlayan bir yığın aşkitolar ve kocişler varken, eşinin doğum gününü hatırlamayan ya da “Bunlar hep kapitalist sistemin topluma dayattığı şeyler. Özel gün diye bir şey yoktur. Bu özel günler tüketimi sağlamak için kurulmuş tuzaklardır.” sözleriyle iptal olan hafızasına kılıf bulan, “ Pekiyi, özel olmayan ve geride kalan 363 günde eşine hediye alıyor musun?” sorusuna verecek cevap bulamayan bir erkek, mezarını eliyle kazıp içine uzansa daha az zarar görür. Zira sosyal medya, eşine ufacık bir hediyeyi çok gören erkeklerin karılarına tek taş yüzük hediye eden, onların ruhunu okşayacak sürprizlerle başlarını döndüren erkeklerle dolu. Elinde kocaman bir pırlanta yüzükle gelip “Hocam evliyim, eşim bana bir kez bile hediye almadı. Bu yüzük sosyal medyadan tanıştığım birinden hediye geldi. Bu yüzüğü taksam, eşime karşı günah işlemiş olur muyum?” sorusunu soran hanımı gördüğümde nasıl donup kaldığımı sana anlatamam. Demem o ki, evliliği için emek vermeyen, evliliğin ilk günkü tazeliğini sürdürmesi için çaba sarf etmeyen, evdeki kadını cepte görüp hiç gitmeyeceğini farz eden, küçük sürprizlerle gönlünü hoş etmeyi kadına çok gören bir erkekle asla evlenme! 

“Anladım hocam. Evlilik talebinde bulunan adaylarda ilk aramam gereken kriter, kadın fıtratını iyi bilip ona göre davranması.  Pekiyi ikinci kriter?” 
“İkinci kriter sorumluluk sahibi olması. Hangi meslek sahibi olursa olsun fark etmez. Belediyede temizlik işçisi olup çöp toplasa da, ayakkabı boyasa da, başının üstünde simit satsa da, eşini ve çocuklarını mağdur etmeyecek olgunluğa, evine haram lokma sokmayacak 

hassasiyete, taşı sıksa suyunu çıkaracak çalışkanlığa, gerek devlete gerekse insanlara borcunu tam zamanında ödeyecek titizliğe, söz verdiğinde sözünde duracak sadakate sahip bir erkek, kadın için cennet vesilesidir. Prestijli meslekten atıldığında ne yapacağını bilmeyen, eli ayağına dolaşan erkek tiplerini 15 Temmuz darbesinden sonra işten atılan Fetöcülerde gördük. Bu yüzden her erkeğin elinde altın bilezik olarak ikinci bir meslek mutlaka olmalı. Elektrik, su ve doğalgaz faturalarını zamanında ödemediği, işi savsakladığı için her ay elektriği kesilen, faiziyle ödemek zorunda kalan bir erkek, faize bulaşmış, eve getirdiği kazancını kirletmiş demektir. Ayrıca esnaf olup işini zamanında yapmayan, müşteriyi “Geliyorum” diyerek oyalayıp verdiği sözü tutmayan bir erkek, nifak alameti taşıyor ve kul hakkına giriyor demektir. 
Bir yuvanın cennet bahçelerinden bir bahçe mi yoksa cehennem çukurlarından bir çukur mu olduğu, o yuvanın kavvamının sorumluluk sahibi olup olmasıyla ilintilidir. Bu yüzden sorumluluk sahibi olmayan, işini savsaklayıp rızkına haram katan bir erkekle evlenmemelisin. 

Üçüncü kriter, erkeğin cimri olmaması. Kocası cimri olduğu için sürekli gizli gizli cebinden para aşırdığını, bu parayla hacca giderse günaha girip girmeyeceğini soran kadına şaşkınlığım hâlâ devam ediyor desem abartmış olmam. Öyle cimri erkekler duydum ki anlatsam dudakların uçuklar. 25 yıllık evliliği boyunca eşinin bir defa doğum gününü kutlamamış, kadının sitemine dayanamayıp bir doğum gününde lokantaya yemeğe çıkarmış. Garsonun getirdiği hesabı görünce daha lokantanın kapısından çıkmadan “Bir daha böyle bir şey isteme! Şu hesaba bak! Bundan sonra doğum gününde yemek falan yok!” diyen ve ömürde bir kere yaptığı jesti kadının burnundan getiren erkekler mi ararsın… Kadının “Bu yaz tatile çıkalım” teklifini “Ben kimseyi tatile matile götürmem” diyerek reddedip, “Tamam kaç liraysa ben karşılayayım” diyen kadınla tatile çıkan, dönüşte benzin parasını kadından isteyen erkekler mi ararsın… Anahtarı evde unutup kapıyı çeken kadının “Kapıda kaldım. Bana anahtarı getirir misin?” sorusuna “Getiririm ama benzin parasını senden alırım” diyen erkekler mi ararsın… 
Demem o ki, eşini hâlâ eş olarak benimseyememiş, eşine yapılan harcamayı boşa akıtılan suya benzeten cimri erkeklerle evlenmemelisin!  

Dördüncü kriter, erkeğin evlendiği kadını, eşi, yâri, yâreni, en yakın sırdaşı, hayat arkadaşı olarak görmesi, aile olarak adlandırılan hususi fanusun içinde ona da yer vermesidir. Aile denildiğinde bir erkeğin aklına ilk olarak annesi- babası, kardeşleri geliyorsa burada bir sıkıntı var demektir. Evlendiği kadını, alternatifi olan bir meta gibi gören, “Elkızı” olarak nitelendiren, ona ne evinde ne de gönlünde yer vermeyen bir erkek, ölene kadar eşini mutsuz eder. Böyle biriyle evlenen bir kadın, kendini değersiz, yersiz, yurtsuz, sadece yatakta işe yarayan bir birey ve kullanılmış hisseder. Bu mutsuzluk ve değersizlik hissiyle çocuklarını da mutsuz eder.  
Bu yüzden evlilik talebiyle gelen ve anne-babasını pazarlık meselesi yapan taliplere karşı dikkatli olmalısın. Kavvamlık demek, herkesin hakkını teslim etmek, eli altındakilere zulmetmemek demektir ve bunu gerektirir. Anne- babasına harcama yaparken bir an bile düşünmeyen, fakat eşine harcama yaparken kılı kırk yaran, evinin ve çocuklarının ihtiyacı varken kazancını, yegâne ailesi olarak gördüğü anne-babası ve kardeşlerine veren, eşini annebabasına ezdiren, anne-babasına tek laf ettirmediği halde eşi söz konusu olduğunda insafsızca eleştiren, haksız olduklarında bile anne-babasını aslanlar gibi savunan erkeklerden yılandan, çiyandan uzak durur gibi uzak durmalısın.  

Dinlediğim vakalardan birini seninle paylaşayım istersen. Adam hem devlet okulunda hem de özel dershanede öğretmenlik yapıyor. Kazancı normalin çok üstünde. Fakat evlerinde buzdolabı yok. Kadıncağız “Hocam eve buzdolabı istesem günaha girer miyim? Saliha kadın sınıfından çıkar mıyım?” diye soruyor. “Eşiniz o kadar çok kazanıyorsa parayı ne yapıyor? İçki, kumar gibi kötü alışkanlıkları mı var?” diye sorduğumda, “Hocam eşim evin en büyük oğlu. 7 kardeşler. Bütün kardeşlerini o okutuyor. Evlilik çağına gelenleri o evlendiriyor.” diyor. Ne kadar acı bir durum değil mi? “Madem böyle bir durumun var, niye evleniyorsun kardeşim? Bekâr kal, sadece malını değil, canını da paylaş, olmadı kanını da paylaş. Başkasının saçının teline kıyamadığı kızının ne suçu var? Onun kanına niye giriyorsun? Hadi evlendin, niye çocuk yapıyorsun? O çocukların hakkına niye giriyorsun? 
Demem o ki, gönlünde hep son sıralarda yer alacağın, evde hep kendini ikinci planda ve elkızı olarak hissedeceğin, anne-babasının yanında erkeklik damarı kabarıp eşine bağıran, çağıran, gönlünü kıran, değersiz hissettiren, anne-baba sevgisiyle eş sevgisini ayırmayı becerememiş bir erkekle asla evlenme! Sana söyleyeceklerim bu kadar. Başka sormak istediğin bir şey var mı?” 

“Nasıl yani hocam? Bitti mi? Yanına yakışan biri olsun demeyecek misiniz? Şöyle dindar olsun demeyecek misiniz? Eğitim seviyeniz küfüv olsun demeyecek misiniz?” 
Gülümsedim. “Hayır, söyleyeceklerim gerçekten bu kadar.” Dedim ve devam ettim. “Yakışıklılık gelip geçici bir şey. Bir bakmışsın bir trafik kazasıyla yüzün paramparça olmuş, elin kopmuş, tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuşsun. Bak bana, cezaevi görevinde bir düştüm bütün hayatım karardı. O yüzden bedene çok takılma. Hani bir söz var ya “Zenginim diye övünme bir kıvılcım yeter. Güzelim diye sevinme, bir sivilce yeter” diye. Güzellik, yakışıklılık geçici bir husus bunu unutma. Dindarlık da öyle. Hz. Ömer, Allah Resulünü öldürmek için gittiği Erkam’ın evinden Müslüman olarak döndü. Ve o günden sonra Allah Resulü onun için en sevgili kişi oldu. Gazzelilerin duruşundan etkilenip Amerika’da Müslüman olanları düşün. Bir onların tepkisine ve haykırışına bak, bir de Müslüman ve dindar olan bizim sessizliğimize. 

28 Şubat döneminde başörtüsünden atılacak kadar davaya sevdalı olan birçok genç kızımız, bugün ne durumda biliyor musun? Birçoğu makyaj yapıp kombin uydurmak için alışveriş merkezi tavafı yapıyor malesef. Yani bunlar zaman içinde değişen şeyler. Eğitim seviyesine gelince. Bu da geçici. Zamanla okuyup terfi edip yükselen yığınlarca insan var. Sana madde madde sıraladığım şu 4 kritere dikkat et sen. Onlar asla değişmez. Bu 4 hususta bir erkek 7’sinde neyse 70’inde de aynıdır. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Müsaadenle ben kalkabilir miyim artık? Akşama iftara misafirlerim var da…” 
“Ay hocam öyle mi? Sizi ne kadar meşgul ettim. Mahcup oldum şimdi. Hakkınızı helal edin. Ama iyi ki konuşmuşum sizinle. Kafamdaki birçok şey yerine oturdu inanın. Allah razı olsun.” 
“Ne demek! Bir faydam olduysa ne mutlu bana! O halde Allah’a emanet ol!” 

Arabama doğru ilerlerken “İyi ki tatlıyı ve ana yemeği vaaza gelmeden sabahtan ayarlamışım” diye geçirdim içimden. Yol boyunca da “pilav ve çorbayı inşallah yetiştiririm” duasıyla eve geldim. 
Ayşeli Polat   

 



Bu yazı 1217 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI