Fıtrat itibariyle duygularını zirvede yaşayan biriyimdir. Sevindiğim zaman elimde cennet bileti varmış gibi çığlık atar, üzüldüğüm zaman yeri göğü inletirim. Öfkelendiğimde karşımdaki kişiyi bir kaşık suda boğuvereceğimden korkar, şaşırdığımda bedenimin her zerresini işe dahil ederek şaşırırım. Yıllardır vaaz ettiğim cemaatim beni çok iyi tanıdığı için vaaz esnasında verdiğim ani tepkilere alışıktır. Bazen anlattığım bir olayın etkisiyle salya sümük ağlar, bazen kahkahalarla gülerim. Bazen ses tonum alabildiğine sessiz ve ağlamaklı, bazen camiyi inletircesine yüksektir. "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" demiş ya atalarımız. Benimki hiç kimseye benzemez. Hatta bu konuyla alakalı unutamadığım bir de anım vardır. Ne vakit aklıma gelse kahkahalarla gülerim.
Yıllar önce ilahiyatçı bir arkadaş bir sohbetime katılmış. Sohbette Peygamber Efendimiz'in (as) bir savaşını anlatmışım. Anlatırken beden dilimi nasıl konusturduysam arkadaş beni hayretler içinde dinlemiş. Sohbet bitip eve gidince, ilahiyatçı olan eşi, gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını sormuş. Arkadaş hayretler içinde heyecanla eşine şöyle cevap vermiş: "Acaba ben Ilahiyat Fakültesini okudum mu okumadım mı diye kendime defalarca sordum. Abla savaşı öyle bir anlattı ki bizim okulda öğrendiğimiz savaşa hiç benzemiyor. Bu savaş o savaş mı diye tereddütte kaldım. Elimize kılıcı aldık, direk savaşın içindeydik. Vallaha bak, sen dinlesen sen de garipserdin bu hangi savaş diye."
Neyse efendim sadede gelelim. Birkaç gün önce ailece izlediğimiz bir dizide evin kızı, yaşadığı hayatın yalanlarla dolu olduğunu fark edip sindiremediği bu duruma tepki göstermek için ailesine bir mektup bırakıyor ve evi terk ediyor. Eline küçük bir sırt çantası alıp bilinmez bir yolculuğa çıkıyor. Yolda giderken önünde bir araba duruyor. Arabadan, kötü niyetleri yüzlerinden okunan iki adam iniyor. Kıza yaklaşıp nereye gittiğini soruyorlar. Bu yoldan çok sık araba geçmediğini söyleyerek gideceği yere kadar götürebileceklerini ifade ediyorlar. Adamların jest ve mimikleri o kadar imalı ve iğrenç ki... Niyetlerini anlamamak için aptal olmak lazım. Ama kız o kadar saf ki bu adamları iyi niyetli sanıyor. Burada bir parantez açmak istiyorum.
Diziyi izlerken artık kendimi nasıl kaptırmışsam, kızın çaresizliği yüreğime yumru oldu oturdu. Bir anda diğer kanepede oturan eşime dönmüş, istemsizce "Mahmut, neden bu kadar kötüsünüz?" demişim. "Demişim" diyorum. Çünkü bile isteye, tasarlanarak, planlanarak söylenmiş bir soru cümlesi değildi bu. Spontane gelişen, çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş haliydi bu soru cümlesi. Işin ilginç tarafı eşim bu soruyu ne cevaplandırdı, ne de sorudan duyduğu rahatsızlığı ifade eden tek bir kelime söyledi. Genelleme yapmamam, bütün erkekleri dar ağacında sallamdırmamam lazımdı biliyorum. Ama bu tepki anlık ve en dürüst tepkiydi.
Son yıllarda her geçen gün artan ve önü alınamayan kadın cinayetlerine dikkat çekmek için böyle bir girizgâhta bulundum. Sırf boşanmak istediği için sokak ortasında eşini bıçaklayan, çocuklarının gözü önünde eşini öldüresiye döven, sığındığı baba evine baskın yapıp katliam yapan erkeklerin yaşadığı bir toplumda kadınlar olarak nefes almaya çalışıyoruz.
Sahi ne oldu bizim kavvam olan erkeklerimize? Hani mahallede bir vukuat çıkmasın diye sabaha kadar nöbet tutan, mahallenin kızlarına bacı gözüyle bakan, komşu çocuğunu kendi çocuğu gibi koruyup kollayan, karısının saçının teline zarar gelmesin diye kılı kırk yaran erkeklerimiz? Hani kadını emanet belleyen, dahası Allah'ın emaneti olarak üzerine titreyen, kırılıverecek bir kristali taşıyor gibi tetikte yaşayan erkeklerimiz? Nereye gittiler bilen var mı? Söyler misiniz kadını koruyup kollasın diye evlenilen erkekler, kadını kimlere karşı koruyup kollayacak? Evlenirken severek, aşık olarak evlenen bir kadın neden ısrarla boşanmak istiyor? Neden koşa koşa baba ocağına gidiyor? Neden daha bir yıl geçmeden Aile Mahkemesine başvurarak uzaklaştırma kararı alıyor? Çocuklarımızı oyun parkına yollarken niye kırk kere düşünüp vazgeçiyoruz? Kapımızın önünde oynayan çocuklarımızı neden sürekli kontrol etme gereği hissediyoruz? Çocuklarımızı neden komşuya bırakamıyoruz? Bu sorular sonsuza kadar uzar gider.
Narin olayının gölgesi hâlâ üzerimizdeyken, Fatih'te iki kadını öldürdükten sonra intihar eden genç olayı, kadın cinayetlerinin çözülmesi gereken en mühim sorun olduğunu haykıran olaylardan sadece bir tanesi. Allahu Teala'nın, kavvamlık vazifesini bihakkın yerine getirsin diye fıtratına yerleştirdiği gücü ve kuvveti, kendisine emanet olarak verilen zayıf, zarif, nazik, nazenin bir varlığa zulmederek kullanan, bunu da erkeklik sayan, hayvanlardaki merhametin zerresini taşımayan kişiler toplumdan tecrid edilmeli, yaptıkları yanlarına kalmamalıdır. Iki gün hapse atıp sonra dışarı çıkarma olayı caydırıcı değil özendirici bir cezadır. En kesin çözüm kısasa kısastır. Zira kısasta hayat vardır. Yaptıkları asla yanlarına kalmamalı, aynısıyla cezalandırılmalıdirlar. Yoksa daha nice Narinler, nice Aysenurlar, nice Ikballer kurban verilir.