Bugun...



ONU SİZE NASIL ANLATSAM?

Merhum Adnan Paşanın yakın arkadaşı Emekli Binbaşı Gürcan Onat onu anlatıyor.

facebook-paylas
Tarih: 13-08-2024 11:28

ONU SİZE NASIL ANLATSAM?

Evet, Adnan paşam da vuslata erdi.

Çok sevdiği Mevla’sına kavuştu.      

Devre arkadaşı kendisinden sitayişle bahsediyor, diyor ki; “Israrla söyleyebilirim ki asker Tanrıverdi örnek bir asker, iyi bir arkadaş ve güvenilir bir dost olarak devremizde temayüz etmiştir. Bu üstün vasıfları dolayısıyla mümtazen terfi ederek bizlerin bir yıl önüne geçmiştir. Asker TANRIVERDİ devre arkadaşları ve diğer askerler arasında saygı görmüş, sevilmiş, sayılmış ve haklı olarak itibar görmüştür…”

Emekli olduktan sonrası için ise çok farklı şeyler yazmış: “1996 yılında emekli olmasını müteakip günümüze kadar kamuoyunda adından çok bahsedilen kişi bizim silah arkadaşı olarak güvenip sırtımızı dayadığımız arkadaşımız değildir. Bu yeni Adnan Tanrıverdi geçen 28 yıl içinde üniforma taşırken sahiplendiği ve sırtını dayadığı asker arkadaşları tarafından sevilmeyen, sayılmayan ve binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel güçlü yapısını yıkan kişi olarak görülmüş ve toplumumuzdan dışlanmıştır.”

Devre arkadaşı Adnan paşamızı çok güzel tasvir etmiş, öncesi ve sonrası ile...

Emekli olduktan sonrası bizim çok iyi bildiğimiz Adnan paşamız.

Muvazzaf halini ise, biz pek bilmiyoruz; ben şahsen hiç bilmiyorum, zira havacıydım. Ancak kendisinden ve yakın silah arkadaşlarından dinlediğimiz şu ki; çok başarılı, üstleri tarafından sevilen ve sayılan, plan tatbikatlarının gözde kurmayı, istikbali çok parlak geleceğin Kuvvet Komutanı ve hatta belki de Genelkurmay Başkanı olarak düşünülen General.

Tayin edilmiş olduğu görev yerleri bir subayın geleceğini az çok belli eder. Adnan Tanrıverdi'nin 1980 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisini bitirdikten sonra görev yerlerine bakarsak, istikbalinin parlaklığı ortaya çıkar...

·         1978 – 1980 yıllarında 2’nci Piyade Tümen Komutanlığında İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Kurmay Başkan Vekilliği;

·         1980 – 1984 yıllarında Kara Harp Akademisi Öğretim Üyeliği;

·         1984 – 1986 Genelkurmay Özel Harp Daire Başkanlığı Lojistik ve Harekât Şube Müdürlükleri, Kurmay Başkan Vekilliği;

·         30 Ağustos 1980 tarihinde mümtazen terfi ettirilerek Binbaşılığa, 30 Ağustos 1984 tarihinde  Yarbaylığa, 30 Ağustos 1987 tarihinde Albaylığa yükseltildi.

·         Akademi öncesi Özel Tekâmül Kursları, Fransızca Temel Kursu ve Gayri Nizami Harp Kursu;

·         1986 – 1988 yıllarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı;

·         1988 – 1990 yıllarında Hâkim olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1’inci ve 2’nci Dairelerinde Subay Üyelik ve 1’inci Daire Başkan Vekilliği;

·         1990 yılında 8’inci Kolordu Topçu Alay Komutanlığı;

Atanmalarından belli ki, seçilmiş bir kurmay subaydı...

Peki, ne oldu da bu kadar başarılı bir general birden, devre arkadaşları ve TSK nezdinde sevilmeyen, sayılmayan oluverdi?

28 Şubat!

Evet, 28 Şubat süreci hak ile batılın, elmas ile kömürün ayrıştığı ağır bir imtihan süreciydi...

2’nci Zırhlı Tugay Komutanı iken yukarıdan bir telefon alıyor; kendisine, Tugayında irticacı oldukları tespit edilen subay astsubayların isimleri veriliyor, bunların dosyalarını tanzim edip, YAŞ için göndermesi isteniyor.

Bu telefon en önemli kırılma oluyor Adnan paşamız için.

Kendisinden dinledim; hayatının en zor kararlarından birini vermiş. Bütün gece düşünmüş, ölçmüş biçmiş, mahiyetindeki bu subay ve astsubaylar çalışkan, disiplinli, görevlerini en güzel şekilde yapan sevdiği askerlermiş. Tek kusurları(!) namaz kılmaları ve eşlerinin başlarının örtülü olmasıymış.

Ama 28 Şubat zaten bu değil miydi? Orduyu bu yerli ve milli vatan evlatlarından temizleyip, ABD emrine tertemiz(!) teslim etmek…

Adnan paşamız o gece azimet ile hareket etmeyi tercih ediyor. Dosyaları göndermiyor, arayanlara da: “Bunlar benim en başarılı personelim, hiçbir disiplinsizlikleri yok, disiplinsiz diye rapor düzenleyip gönderemem!” cevabını veriyor.

Hâlbuki gönderse de olabilirdi, zira o personel bir sene sonra Adnan paşamızın yerine gönderilen yeni Tugay Komutanı eliyle yine kapı önüne konacaklardı, nasılsa. Nitekim öyle de oldu. Sadece bir sene daha görevde kalmış oldular. Oysa kendisi görevde kalır, terfi eder, daha önemli mevkilere gelebilirdi. Daha önemli vazifeler icra edebilirdi. Ruhsat vardı; Ammar bin Yasir gibi davranabilirdi. Lakin, Adnan paşamız ilk şehitlerimiz; Sümeyye ve Yasir gibi davrandı, azimet ile hareket etti. Onlar İslam'ın ilk şehitleri oldular, Adnan paşamız da üniformasını feda etmiş oldu.

Evet, devre arkadaşlarının ve TSK’lerinin kıymetlisi artık kulvar değiştiriyordu. Bundan sonra askerlik hayatında hızla iniş başladı. Önce, Tugay Komutanlığından, Sağlık Daire Başkanlığına alındı. Tuğgenerallik süresinin bitmesine bir yıl kalmıştı. Nitekim o bir yılın sonunda da terfi ettirilmeyerek, kadrosuzluktan emekliye sevk edildi. Yıl: 1996

Artık, Adnan paşamız zihninde hiçbir "acabası" olmadan, kalbi mutmain, huzurlu bir şekilde evinde oturuyor; eşi muhterem Füsun hanımla yeni hayatlarında, geleceklerini şekillendirmeye çalışıyorlardı.

Henüz farkında değillerdi, lakin kader onlara çok önemli bir görev biçmişti; isteseler de istemeseler de yeni gömleklerini giyeceklerdi.

28 Şubat mağdurları kendisini evinde ziyaret ediyor: “Komutanım ne yapacağız?” diye, soruyorlardı.

Bir, üç, beş ziyaretler, baskılar… Bu işin kaçacak tarafı yoktu. Anlaşılan o ki; yepyeni çalışmalar, faaliyetler, mücadeleler ufukta parıldamaya başlamıştı…

Adnan paşamız ve Füsun hanım, evlerinde istirahat edemeden,  yeni yollarında yürümeye başladılar…

O sıralar, 28 Şubat hız kesmeden devam ediyor; her YAŞ toplantılarından sonra gazeteler boy boy irticadan(!) atılan subay astsubayların sayılarını veriyordu.

Karacılar, Denizciler, Havacılar, Askeri hâkimler, Askeri tabipler yoğun baskı altında, ikilem arasındaydılar; ya eşleri başlarını açacak, ya atılacaklardı.

“Kaderin üstünde bir kader vardı; göklerden gelen bir karar varmış”

Sanki ilahi bir sevkiyat ile binlerce vatan evladı çok sevdikleri üniformalarından kopartıldı; kapı önlerine konuldu… Tüm Kuvvetlerden re'sen emekli edilen, imanlarından taviz vermeyen dindar askerler sudan çıkmış balık gibi şaşkın bir halde ortalıkta dolaşır oldular. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı…

Belki hiçbirisi farkında değildi ama sanki bir yerlere gayriiradi sürüklenmeye başlamışlardı.

Vesilelerle birbirlerini bulmaya, kaynaşmaya başladılar; işte bu kaynaşmalar neticesinde Adnan paşamızın riyasetinde yeni bir oluşuma doğru kanat açtılar…

ASDER doğdu.

ASDER, kısa zaman içerisinde tüm mazlumların ufkunda yeni doğan güneş gibi yükselmeye başladı.

ASDER’e Genel Başkan seçilen Adnan paşamız, insan hakları, hukuk ve adalet aktivistliği misyonunu üstlendi. Tüm mazlumlar adına, kutsal bir dava bekliyordu artık onu…

28 Şubatın o meş’um günlerinde tüm mazlumlar için bayrağı eline alarak, en üst seviyeden mücadelesine başladı.

28 Şubat post modern darbesinin başı olan Genelkurmay Başkanına, 03 Ocak 1997 tarihinde,  "BU KIYIMI DURDURUN" başlığı ile el yazısıyla detaylı bir mektup yazdı, altına imzasını atıp gönderdi.  Bilgi için de zamanın Başbakanı, MSB'nı ve Yüksek Askerî Şuranın 6 Karacı Orgeneral üyesine posta ile ayrıca gönderdi. Daha sonra da bir vesile ile zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e  ulaştırıldı. ASDER tarafından hazırlanıp bastırılan "Ben Disiplinsiz Değilim" Kitabında da aynen yer almıştır.

İş adamı Emin Üstün ile tanışmaları, birlikte yürümeleriyle; 28 Şubatın zalimlerine karşı halkı bilinçlendirme ve 28 Şubatın gerçek yüzünü anlatma çalışmaları başladı.

1997 – 1998 yılları arasında fahri olarak üstlendiği Üsküdar FM Radyosunun Genel Koordinatörlük göreviyle, darbecilere karşı yayınlara başladı. Bu dönemde, Emin Üstün ile STK’ları, kanaat önderlerini ziyaret ederek, cesaret aşılamaya çalıştılar.

ASDER bir dağ gibi darbecilere karşı dimdik ayakta idi. Adnan paşam, alanda mücadele yürüten birçok dernekle birlikte, demokrasi düşmanlarına karşı, TEHÖP-Temel Hak ve Özgürlükler Platformunun oluşturulmasında önemli rol üstlendi; darbecilere açıkça meydan okunmaya başlanmıştı.  Birçok panel ile birlikte, “Milli İradeye Saygı Paneli” de o yıllarda yapıldı. Başörtüsü mağduru kızlara eylem yaptıkları okullarının önlerinde ziyaretler yapılarak, gül dağıtıldı, moral ve cesaret aşılandı.

Darbecilere karşı bu mücadeleler yürütülürken, yurt dışından gelen röportaj tekliflerine hiç sıcak bakmadı; kaç tane televizyon kanalı geldi ise hepsini geri çevirdi. Vatan sevgisi çok yüksekti; "kol kırılır yen içinde kalır" hassasiyetiyle, ülkesini hiçbir zaman Avrupa ajanslarına şikâyet etmedi.

ASDER o yıllarda “Ben Disiplinsiz Değilim” kitabını yayınlamıştı. Genelkurmay Başkanlığı bir asteğmen göndererek bu kitabı satın aldırdı.

ASDER artık güçlüydü, atılan subay astsubaylar, ASDER bünyesinde bir araya geliyor, hukuk mücadelesi yapıyordu. Post modern darbeciler fiili darbe söylentilerini fısıltı halinde yayınca ASDER, darbecilere karşı milli iradenin hâkimiyetini sağlayacak sivil toplum çalışmalarının çerçevesini şekillendirme çalışmaları yürüttü.  Adeta, “sıkıysa kışlanızdan çıkın biz de sokaklara çıkacağız” mesajını iletmişti. 28 Şubatın kâğıttan kaplanları kışlalarından çıkamadılar. Onlar sadece korku salmayı becerebiliyorlardı. Aslında ne kadar yüreksiz ve korkak olduklarını biz çok iyi biliyorduk. İyi tanıdıkları Adnan Tanrıverdi ASDER’in başında aslan yüreği ile adeta onları bekliyordu.

27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay sitesinde yayınlanan muhtıra niteliğindeki bildiriye, Adnan paşamız en güzel şekilde cevap vermiştir. Gece yarısı Genelkurmay Web sitesinde konmasından 5 saat sonra karşı bildiri ASDER tarafından e-posta ile Başbakan, Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri ile basına gönderilmiştir. 29 Nisan’da gazetelerde yayınlanmıştır.  

Adnan paşa ve ASDER oldukça artık fiili darbe imkânsız hale gelmişti. Darbeciler, sadece, kalleşçe YAŞ kararları ile TSK’da temizlik (!) yapabiliyorlardı.

AKPARTİ iktidarından sonra artık o iş de yürümez oldu.

Adnan paşa sürekli sivil toplum örgütlerinde konferanslar veriyordu; konuşmaları ve yazıları ile üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu.

Kendi adına kurmuş olduğu WEB sitesinde amacını şu şekilde açıklamıştı: "Makam, mevki ve servet beklentilerini geride bırakmış bir kişi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli kademelerindeki hizmetlerin kazandırdığı birikim ile güncel olaylara bakış açımı Milletimizle paylaşmayı  görev  kabul ediyorum."

Nitekim referandumdan sonra Adnan paşamızın en önemli görevi başlayacaktı; darbelerin ve darbecilerin tarihin çöplüğüne bir daha çıkmamacasına gömülmeleri.

Her zaman dile getirdiği iç hizmet kanunun 35. maddesinin değiştirilmesi; devre arkadaşının " Binlerce yıllık Türk Ordusunun geleneksel güçlü yapısını yıkan kişi olarak görülmüş ve toplumumuzdan dışlanmıştır”, dediği inkılaptı. Böylece, darbecilerin elinden yasal dayanak alınmıştı. TSK'nin Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini tanımlayan 35. maddedeki muğlak ifadeler açılarak, görev net ve anlaşılır şekilde tarif edildi. Böylece ordunun düşmanı içeride değil dışarıda araması sağlandı.

Madde 35 – (Değişik: 13/7/2013-6496/18 md.) Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.

Eski kanun metni şöyleydi:" Madde 35 – Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır."

Bu değişiklik darbecilerin hiç hoşuna gitmedi; ellerindeki en güçlü sopa alınmıştı, artık darbe yapmaları yasal olarak imkânsızdı; kalkıştıkları an, gayrimeşru hale düşeceklerdi. Tıpkı FETÖ kalkışmasında olduğu gibi.

İşte bunun için dışlanmıştı, Adnan paşamız. Gerçi sadece bu değil, yeni inkılaplar gelecekti...

Adnan paşamız her zaman mazlumun, hakkın ve hukukun yanında yer aldı. Hiçbir zaman zalimlere meyletmedi. Zerre kadar adaletten şaşmadı. Mazlumlar arasında ayırım da asla yapmadı. Tüm darbe mağdurları için mücadele yürüttü; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat hepsi onun gündemindeydi. Hakkın hatırının üstünlüğünü hiçbir hatıra değişmedi.

15 Temmuz kalkışmasından sonra 15 Ağustos 2016 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı ve 08 Ekim 2018 tarihinde de Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurul Üyeliğine getirilmiştir. Bu görevlerinden 09 Ocak 2020 tarihinde istifa ederek ayrılmasına kadar yine devrim niteliğinde kararların alınmasında etkili olmuştur.

MGK ve YAŞ kurullarının yeniden yapılanması, Genelkurmay Başkanlığının MSB’lığına bağlanması, Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde iç tehdit tanımının değiştirilmesi, terörle mücadele usulünde konsept değişikliği, çağı yakalamamıza neden olmuştur. Terörü bitiren en önemli değişiklik de bu olmuştu; artık sınırlarımızın içinde değil, sınırlarımızın dışında mücadele ediyorduk. Teröristleri inlerinde vurmaya başlamıştık. Elbette darbeciler, FETÖ, ABD ve İsrail Adnan paşadan nefret edeceklerdi. Vatan hainlerinin, Millet düşmanlarının Adnan paşamızı sevmesi mümkün değildir.

ASSAM, bir stratejik araştırma merkezi olarak Adnan paşamızın önderliğinde kuruldu.

ASSAM'ın amacı sitesinde şu şekilde açıklandı: "Müslüman Milletlerin refahı, kurdukları devletlerin bekası, Dünyada barışın tesisi ve adaletin hâkimiyetinin, İslam Ülkelerinin bir süper güç olarak Dünya siyaset sahnesine çıkması ile mümkün olabileceği düşüncesinden hareketle; Müslüman Devletlerin; her biri için milli güç unsurları ile ilgili veri tabanının oluşturulmasını, Münferit ve müşterek iç ve dış tehdit değerlendirmelerinin yapılmasını, İç ve dış güvenlik plan esaslarının tespit edilmesini ve ortak bir irade altında toplanması için ihtiyaç duyulan müesseseler ve bu müesseselerin teşkilatlanma esas ve prensiplerinin oluşup gelişmesini sağlayacak fikri çalışmaları yapmaktır."

ASRİKA onun hayaliydi. Yine kendisinin üstün gayretleri ile 7 yılda tamamlanan İslam Birliği Kongreleri yapıldı. Gayesi, İslam Birliğinin alt yapısını, mevzuatını oluşturmaktı. Hayata gözlerini kapatmadan mevzuat çalışmasının tamamlandığını gördü, çok şükür.

AB'nin alternatifi olmak üzere ASRİKA İslam Birliği model anayasasının hazırlanmasına öncülük etti. Bu model anayasa, AB benzeri bir yapının model anayasası idi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin anayasasının alternatifi değildi. Bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve vatanının bölünmez bütünlüğünü garanti altına almayı hedefleyen ve bir adım daha ileri, küresel bir birliğe liderlik etmesini sağlayacak bir model öneriyordu.

SADAT ile Türkiye Savunma Sanayi literatürüne, savunma ve havacılık sanayi hizmet sektörü kavramını Adnan paşamı soktu. Silahlı Kuvvetlerin iki temel unsurundan sadece harp araç gereçlerine odaklanan Türk Savunma Sanayine önemli bir ufuk açtı; silahlı kuvvetlerin diğer önemli unsuru olan orduyu reorganize, modernize edecek çalışmalar yürüten SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin kurulmasına öncülük etti.

İlginçtir, ilk tepki pentagondan geldi. Bundan sonra,  FETÖ, ABD, İsrail ve darbeciler yerli uşakları vasıtasıyla bütün güçleriyle Adnan paşamıza savaş açtılar.

ASSAM'ın İslam Birliği Kongrelerine saldırdılar. SADAT'a saldırdılar. Söylediği her sözü çarpıtarak, yalanlar ile saldırdılar. En güzel örneği de; Mehdi konusudur. "İslam Birliği için ortamı hazırlayalım" sözü, Mehdinin gelişi için ortamı hazırlayalım şeklinde çarpıtıldı. Adnan paşamı, Mehdi bekleyen paşa diyerek alay konusu ettiler. Her zamanki alçaklıkları ile itibarını zedelemeye çalıştılar.

Bu konularda kendisi ile çok dertleştik; ben tahammül edemezken kendisi o kadar sakin ve huzur içerisindeydi ki, anlatamam. "Gürcan Bey onlar vazifelerini yapıyorlar, biz işimize bakalım" derdi.

Ümmetin derdiyle dertlenirdi; Filistin'in ordusu olmalı diyen, ilk o oldu. Kendi Web sitesinde,  "Filistin'in de Ordusu Olmalı" başlıklı makalesini 24 Ocak 2009 tarihinde yayınladı. Katıldığı birçok STK toplantılarında, TGTV ve İDSB bünyesinde bu fikrini açıkladı.

Ufku çok geniş ve ileriydi, onun görebildiklerini, anlatmaya çalıştıklarını ne yazık ki çok az kimse anlayabildi.

İçeride, ülke sorunları ile ve dışarıda ümmetin sıkıntıları ile sürekli ilgilendi; çözüm yolları bulmaya çalıştı. Yeni anayasa çalışması için olması gerekenler hakkında makale yazarak sitesinde yayınladı. "Anayasa, devlet hizmetlerinin merkezine, insana hizmeti koymalıdır. İnsanı yaşatıp koruyup geliştirmeyi esas almalı, tecavüzlerin cezalandırılması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır." diyerek anayasanın ruhunun ve temel esasın ne olması gerektiğini yazdı.

"Kürt Meselesi ve Bölücü Teröre Karşı Çözüm Önerileri" başlıklı makalesini 24 Aralık 2008 tarihinde Web sitesinde yayınladı. Çözüm sürecinde, kendisinin riyasetinde ASDER – ASSAM dörder kişiden oluşan üç ayrı ekip kurarak, güney doğuya giderek yerinde gözlemler ile detaylı rapor hazırlayıp, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, tüm Bakanlıklar ve tüm Milletvekillerine göndermiştir. Alanında tek inceleme ve raporlama çalışmasıdır.

Suriye savaşından sonra,  Suriye'nin durumunu inceleyen kapsamlı raporlar tanzim edilmiştir.

Tüm makaleleri, 2017 yılında TİMAŞ tarafından kitaplaştırılarak “28 Şubattan 15 Temmuza” kapak ismiyle yayınlanmıştır.

Adnan paşamızın vefatı ile ü

lkemiz çok büyük bir değerini yitirmiştir.

Böylesi bir daha gelir mi bilemem? Gönlü millet ve memleket aşkı ile doluydu.

Kâmil iman sahibi, muttaki, her yaptığını sadece Allah rızası için yapan, hak ve hukuktan asla sapmayan, adaletten taviz vermeyen, insan hakları konularında duyarlı, mazlum ve mağdurlarda ayırım yapmayan, yardımsever, salih, cömert bir insandı.

Umudunu asla yitirmedi, bıkkınlık, yılgınlık tanımıyordu. Çalışmaktan hiç yorulmadı.

Fikir ve inançlarını her ortamda dosdoğru açıklayabilen yüksek medeni cesaret sahibi, kibar, naif, ince düşünceli, müşfik, sevecen bir kişiliğe sahipti. Beşeri münasebetlerinde hassastı.

Tehdit, baskı ve zulüm karşısında hiçbir zaman boyun eğmedi. Asla, özgür ruhuna pranga vurulamadı.  

İlim ve irfan sahibiydi; muhakeme kabiliyeti ve sorunlara çözüm bulma becerisi çok yüksekti. İleri görüşlüydü. Ufku çok genişti.

Onu size nasıl anlatsam?

Eğer sahabeler zamanında yaşasaydı O, Halit bin Velid'di;

Eğer Emeviler zamanında yaşasaydı O, Ömer bin Abdülaziz'di;

Eğer Selçuklu zamanında yaşasaydı O, Alparslan'dı;

Eğer Osmanlı zamanında yaşasaydı O, Yavuz Sultan Selim'di,

Ancak çağımızda yaşadı ve biz onu Adnan paşamız olarak tanıdık ve sevdik. Öyle sevdik ki; o nurlu, mütebessim siması hafızamızda sürekli duracak, muhabbeti kalbimizde hep yaşayacak ve davası davamız olarak, biz nefes aldıkça devam edecektir.

Cennette makamı yüce olsun.  Rabbim bizi orada da bir araya getirsin. (âmin)

Gürcan Onat, 12. 08. 2024, Fatih.

NOT: Adnan paşamızın yazılarına kendi Web sitesinden ulaşabilirsiniz.   https://www.adnantanriverdi.com/

 




Kaynak: asder

Editör: Editör

Bu haber 463 defa okunmuştur.


Etiketler :
Enver / 13-08-2024 14:59:00

Assam da asfika da malesef çeyrek asırdır batıla uyum içinde olan batıl sistemle de batıldan ithal edilen yasaları da ret etmek demektir ki aslında olması gereken bu⁉️Ülke bir asırdan fazla batıla uyarak tahribat yıkım yozlaşma had safhada bu iktidar da bunu daha aşırıya taşıdı en çirkef yasalarla Adnan beyin de eskiden biraz da olsa kendi anayasa mahkeme uygulamaları da devre dışı bırakıldı göstermelik batıl sistemin parçası olarak bırakıldı‼️Adnan paşa D-8 ve oluşumlarına değil de farklı oluşumların içine girmesi de kaygı verici değil mi⁉️



FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER ULUSAL Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI