Kur’ân-ı Kerîm’de Müslümanlarla ilişkiler bakımından Müslüman olmayanlar hakkında kardeş kelimesi geçmez. Gayrı müslimler genellikle ait oldukları din veya ırk isimleriyle anılır: Müşrikler, İsrail Oğulları (Benî İsrail), Yahudiler (Yehûd), Hıristiyanlar (Nasârâ) , Rumlar, Sâbiîler gibi...
Kur’an-ı Kerim’de genel olarak insanlık âleminden bahsedilirken, insanlığın kardeşliğini ima etmek üzere yedi yerde insanlığın tümü için “benî Âdem” (Âdem’in çocukları) ifadesi kullanılmıştır. Bir ayette “Biz benî Âdem’i değerli kıldık” buyrulur (İsrâ 17/70). Hucurât suresinde din birliğinden doğan kardeşlik hukukuna dair ayetlerin ardından bütün insanlığın bir erkekle bir kadından (Âdem ve Havva’dan) geldiği hatırlatılır. Bu ayette insanlığın eşit kardeşler olduğuna dikkat çekilir.
Hz. Peygamber, bir hadisinde, insanlar arasında canlı tutulmasını gerekli gördüğü bu yakınlığı “İnsanlık bir ailedir” şeklinde ifade etmiştir.
Peygamberimiz, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nden 1316 yıl önce hac esnasında yaptığı konuşmada (Veda Hutbesi) tüm insanların eşitliği ve kardeşliğini şu sözlerle ifade ediyordu:
Ey insanlar! “Hepiniz Âdemin çocuklarısınız, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyaz ırkın esmer ırka, esmer ırkın beyaz ırka üstünlüğü yoktur; üstünlük ancak (insanın kendi iradesi ve çabasıyla kazandığı dinî ve ahlâkî yetkinlik demek olan) takvadadır.”
Aynı konuşmada temel haklar ve sorumluluklar sıralanırken can ve mal güvenliği ile –Arapçada namus, şeref, itibar gibi manevi hakları içeren- ırz güvenliğiyle ilgili ödevler en başa konmuş; bu hakların saygın ve dokunulmaz (haram) olduğu yüz bini aşan bir kitle huzurunda insanlığa ilan edilmiştir.
Günümüzde ulaşım ve iletişimdeki gelişmeler sayesinde bütün dünya insanları ve aileleri birbirine komşu haline gelmiştir. Dünyanın her yerinde terör ve savaşlarda kadınıyla çocuğuyla haksız yere öldürülenleri canlı izliyoruz. Bunlar hepimizin kaybıdır. Dün Irak’ta, Suriye’de; bugün Gazze’de, Filistin’de, Lübnan’da, Ukrayna’da yaşanan vahşeti –birilerinin hep yaptığı gibi- politik, ekonomik veya dinî-mezhepsel çıkarlar uğruna teşvik etmek, onaylamak ya da “Bu acılardan kendime ne çıkar sağlayabilirim” düşüncesinde olmak uygarlık değil, ilkelliktir, vahşettir.
Eskiden fiziksel gücüyle masum insanları köleleştirip ülkelerini sömürgeleştiren şimdinin ‘gelişmiş’ (!) dünyası, son yüzyılda da beyin gücüyle başka türlü bir kölelik ve sömürü sistemi oluşturdu. Böyle bir dünyaya karşı, Müslümanlar olarak, İslam’ın “Allah’ın emrine saygı ve Allah’ın yarattıklarına şefkat” ilkesinin gereklerini yerine getirmeliyiz; insanlığın kardeşlik haklarını, hatta yeryüzündeki bütün canlı cansız tabiatın var olma ve yaşama haklarını savunan, Kur’an’ın buyruğu gereğince (Rahmân 55/1-12) doğal dengenin (mîzân) bozulmasına karşı koyan onurlu ve erdemli bir ses yükseltmeliyiz.
Bu ses bugün yetersiz kalıyor, mazlumlar lehine olumlu sonuçlar doğurmuyorsa bunun sebebi yine bizim kusurumuzdur. Bunu dürüstçe kabullenmemiz ve mutlaka telafi etmemiz; millet olarak, devlet olarak ve İslam âlemi olarak bu bilinci oluşturmamız, bu sorumluluğu yüklenmemiz gerekiyor. Haklı olmanın yanında, ‘hakk’ı korumak için güçlü olmak da gerektiğini anlamalı ve bunun için çalışmalıyız.
Hocalarımızın şu tespitlerine ve tavsiyelerine uymalıyız. Bu vesile ile de insanlığın İslâm’a muhtaç olduğunu göstermiş oluruz. Müslüman anne-babaların çocuklarını Amerika-İsrail düşmanları olarak yetiştirmeleri, tıpkı namaz gibi farzdır! Bugün birçok eğitim sistemi, büyük güçlerin işlediği suçları ya görmezden geliyor ya da üstünü örtüyor. Oysa çocuklarımıza tarihte yaşanmış soykırımları, sömürgeciliğin nasıl hayatları mahvettiğini, halkların nasıl bastırıldığını anlatmazsak, geçmişin suçlularını aklamış oluruz. Dahası, bu sessizlik gelecekte benzer suçların yeniden işlenmesine zemin hazırlar. Eğitimde Amerika-İsrail’den “nefret dersi” daimi bir “bilinç dersi” olmalıdır. Eğer gerçekten hür olmak istiyorsak, önce kimin bizi köleleştirmek istediğini, kimin hangi yollarla halkları boyunduruk altına aldığını, kimlerin adalet yerine zulmü tercih ettiğini bilmemiz gerekir. Bu yüzden geleceğin müfredatında mutlaka yer almalı: Zalimleri tanımadan hürriyet olmaz, Amerika-İsrail’den nefret etmeden dünyaya sulhu salah gelmez. Bu, böyle biline!...
Müslüman toplumlar olarak bu bilinci oluşturur, bu sorumluluğu alırsak, yükselttiğimiz onurlu ve erdemli ses, mazlumların ve canlı-cansız tabiatın haklarını korumada kesinlikle başarılı olacaktır. Mekke’de zalimlere karşı Allah’ın birliğini ve ‘Adem’in çocukları’nın kardeşliğini savunmak için meydana atılan Peygamber Efendimizin sesi de başlangıçta zayıftı; ama biliyordu ki, sonunda “Üstün gelecek olan ‘hak’tır ve hiçbir şey haktan daha üstte olamayacaktır.”