Ağzı olanın konuştuğu, zihin işgali ve zihin karışıklığına teslim olan insanlarla beraber yaşıyoruz. Hep hatayı, günahı, haramı işleyenleri dışarda görüp tahkir ediyoruz. İç dünyamıza dönüp bir “nefs muhasebesi” yapmıyor, “imtihan/sınav dünyası” içinde olduğumuzu da unutuyoruz. Hassasiyetlerimiz/duygusallıklarımız da kaybolunca alıştırıla alıştırıla, görselliğin hâkimiyetine de uyunca/tâbi olunca kendimizden, özümüzden uzaklaşıyor, kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyoruz.
Günahlarımızın çoğalmasına rağmen bir türlü tevbeyi hatırlayamıyorsak, uykuya, yemeğe ve tembelliğe aşırı bir düşkünlüğümüz varsa, sürekli mazeret üretip sızlanıyor ve hiçbir işin ucundan tutmuyorsak bütün hayatımızı kuşatabilecek bir tehlikenin içindeyiz demektir.
Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Kişinin hatalarının ve günahlarının çok olması, yumuşak huyluluğunun ve güzel ahlakının eksik, doğruluğunun da az olması, gece boyu leş gibi uyuması, gündüz de boş boş oturması, tembel olması, sürekli sızlanması ve şikâyet etmesi, cimri ve aç gözlü olması kişiye dindeki kötülüğü bakımından yeter.”
Bu haleti ruhiye içinde yazımı yazarken de bildiğim ayet ve hadisleri düşünüyor, amel ettiğimiz de sıkıntıların-problemlerin-üzüntülerin-dertlerin-hastalıkların çâresini görüyor, Şâfi olan Rabbimize sığınmamız gerektiğini, bütün din/iman kardeşlerimiz ve insan kardeşlerimiz için dua ediyorum. Kısa surelerimizden Asr suresini okuyup amel edelim.
Sabır ve Şükür reçetesini uzatan Peygamber Efendimize sığınıyorum. Nasıl mı?
Günün birinde bir doktora tedirgin ve tedirginlikten şikâyetçi bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin olduğunu, fakat kendisinin rahatsız, işlerinin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler…
Doktor ona sorar:
– Bu işleri başkası yapamaz mı? Yahut bir başkası size yardımcı olamaz mı?
– Onları yalnız ben yapabilirim. Bütün işler bana bakar.
– Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik edersen bu sıkıntıdan kurtulursun, diyerek bir reçete yazıp verir. Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalır.
Reçetede; her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin, diye yazıyor…
Hasta doktora sorar:
– Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık?
– Oraya gidip mezarlara bakmanı istiyorum. Orası kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin…
Konfor, kariyer, koltuk, kapital çukuruna düşmeden kendimiz kalmanın kararlılığını gösterelim. Allah’ın verdiği yetenek, potansiyel, enerji, kabiliyet, zekâ, beceri hangi mecralarda heba ediliyor? İnsan kendi hüsranını kendi hazırlıyor. Toplumsal sorumluluklarımız. Kulluk görevlerimiz, kardeşlik hukukumuz. Ne oldu?
Neden dertli ve dava kaygısı taşıyan Müslümanlara ve ortamlara vakit ayırmıyoruz?
Bizi besleyecek, bileyecek, bilinçlendirecek okumalara önem vermiyoruz?
Güzelim sohbet meclislerini ajandamızdan siliverdik. Meşgulüz ya! İbadetlerimiz de sallantıda. Sünnetleri, nafileleri çoktan sofilere bıraktık. Farzlarda bile zorlanıyoruz, çünkü çok meşgulüz.
Hasta ziyareti, cenaze, taziye, düğün, akraba ziyareti, eylem, cami, sosyal faaliyet, insani yardım, davet, irşad. Emekli-işsiz ve işi gücü olmayan her Müslümanın görevi.
Unutmayalım, nebevi uyarı bizler için. Peygamber Efendimiz:
– Allah kuluna hayır murat ederse (onu severse) istimal eder.
Sahabe:
– Ya Rasûlallah, onu nasıl istimal eder?’ diye sorunca;
– Onu ölümünden önce salih ameller yapmaya muvaffak kılar.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Şu üç şey kişiye ayıp olarak yeter. Kendi kusurunu görmeyip başkalarındaki aynı kusuru görmesi. Kendi utanç verici hâlini görmeyip başkalarının aynı durumundan utanç duyması. Oturup kalktığı kimselere sıkıntı vermesi.”
İnsanlara malına ve makamına göre değer veriyorsak, garipleri ve kimsesizleri hor görüyorsak, Müslüman kardeşlerimize hakaret edip onları küçük düşürüyorsak kendimizi büyük bir kul hakkı fırtınasının içine atıyoruz demektir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Din kardeşini hor ve hakir görmek kişiye kötülük olarak yeter. Müslüman’ın her şeyi, malı, namusu ve kanı da Müslüman’a haramdır.”
Bir türlü dilimize hâkim olamıyorsak, müstehcen ve küfürlü konuşmaların müptelası olmuşsak, utanma duygumuzu iyice yıpratmışsak ne zamanımızdan ne de paramızdan fedakârlık yapamıyorsak tehlikeli bir uçurumdan düşmek üzereyiz demektir.
Çünkü Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Geveze, utanmaz ve cimri bir karaktere sahip olmak kişiye kötülük olarak yeter.” “Kişinin kötü davranışlı, dili bozuk ve korkak olması kötülük olarak ona yeter.”
Her girdiğimiz ortamdan kavga, tartışma, sürtüşme ve kırgınlıklarla ayrılıyorsak, dostlarımızı bile kendimize düşman ediyorsak, çevremizde kimse kalmadıysa bu kötü ahlakımız bizim için tehlike olarak yeter demektir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Devamlı düşmanlık yapan, sürekli sürtüşen ve tartışan bir karakterde olmak kişiye günah olarak yeter.” Elimizdeki nimetlerin kıymetini bilmiyorsak, Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük yapıyorsak, önümüze konan nimetlere burun kıvırıyorsak büyük bir nankörlük fırtınası bizi tehdit ediyor demektir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Kendisine ikram edilen yemeğe burun kıvırması, kişiye kötülük olarak yeter.”
Ailemizi ve çoluk çocuğumuzu ihmal ediyorsak, onlara gerekli vakti ayırmıyorsak, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamıyorsak dünyamızı da ahiretimizi de tehlikeye atıyoruz demektir. Çünkü Efendimiz buyuruyor ki:
“Kişinin bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, günah olarak kendisine yeter.”
Ayet ve Hadislerle amel edelim!