https://www.yeniakit.com.tr/ Yaşar Değirmenci
Her 10 Kasım; bizde olmayan her şeyin yaşatıldığı, itiraz edenlerin susturulduğu günler olmaya devam ediyor. 09.05’te sirenler çalıyor, hayat durduruluyor, arabalarından indiriliyor, saygı duruşuna geçiriliyor. Okullarda ‘bir dakikalık’ saygı duruşları da her 10 Kasım’la özdeşleşen sahneler. Yapılanlar; ölümü anlamayanlar, ölümün sessiz çığlığını duymayanlardır. Ölüm konuşunca herkes susar. Ölümün sesi her sesten gür çıkar.
Ara tatil; bu sene 10 Kasım’ı içine aldığı için kendi kutsallarıyla tanışmayan paganist, seküler, Kemalist kitle (maalesef öğretmenlerden, idarecilerden bazı kesim) öğrencilerini okula çağırıyor, gelmeyenlerden de mazeret dilekçesi istiyor. Bunların şu hâli normal şartlarda psikoterapistlerde tedavi olmalarını gerektiriyor. Öyle bir haldeler ki hastalığını kabul etmeyen, kendilerinin dışındaki fikre, anlayışa, görüşe tahammül etmeyen güruh! Zaten Kemalizm’in götürdüğü yer putperestlik! Bildikleri tek şey de tapınak hâle getirdikleri Anıtkabir, dokundurtmadıkları kutsal hâle getirdikleri laiklik!
Sığınakları da Mustafa Kemal!
Sloganları da tabuları için söyledikleri: “Sen olmasaydın olmazdık” sözü. Mustafa Kemal’i ilahlaştırarak merkeze alan, bu kısır döngünün içinde muhafazakârı, milliyetçisi, diğer Müslümanı da içine alan, tek potada eriten, maneviyatlarını ve Amentülerini iğdiş eden, sistemin çarklarında öğüten jakoben Kemalist yapı, dün olduğu gibi bugün de ‘matem canlılığı’nı sürdürmeye devam ettiriyorlar.
Laik, seküler, pagan inancından beslenen bu kesim her dönemde üstenci, layüs’el tavırları sergileyerek, kendilerinin dışındakilere hayat hakkı tanımama hastalığından kurtulamıyorlar. Bu ülkenin enerjisini, gücünü, dinamizmini yok etmek isteyen şirret güçler, toplumda yapay gündemler oluşturdu. Şahısların putlaştırılması ve ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor.
Şu iktidar döneminde de (sebepleri ne olursa olsun) laisizmin, sekülerizmin hâkim olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Her kesim; Atatürk kutsaması ve tabulaştırması yapıyor. Kemalizm, bir din katına yükseltildi. İslâm; sadece bireysel bir inanç olarak görülüyor. Kur’an-ı Kerim’de olmayan itikadı ‘din algısı’yla ‘din’ haline getirdiler. Bu yapılanlar ‘kültürel inkâr’ yahut ‘kültürel intihar!’ Dinde olmayan uygulamalarla İslâm’ın karşı karşıya getirilmesine toplum alıştırıldı. Anormaller normalleşti. İslâmî kimlik de yok edilme sürecine sokuldu.
Ülkedeki güç ve çıkar odakları güçlerini ve menfaatlerini pekiştirmekte kullandıkları bir sömürü aracı işlevi gördü. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes birbirini susturmakla meşgul. 10 Kasım’larda yapılanların normal tarafı yok.
Şunu herkese hatırlatmamız lazım. Sirenlerle kısmak istenilse de ölümün sesi bütün seslerin üstündedir. Hayatı veren, hayatı durdurabilir. O’ndan başka da hayatı durduracak kimse yoktur. Zira hayatı da ölümü de O yarattı. Ölen ölmüştür. İnansanız da inanmasanız da hakikat bu. Ne yaparsanız yapın, hayatı durduramazsınız. O hayatı siz vermediniz. Hayatı ancak onu yaratan durdurabilir. Şahısların putlaştırılıp ortak payda olarak görülmelerinden kurtarılması gerekiyor. ‘Müslüman’ım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Kendi değerleri verilmeyen, sun’i kutsallarla uyuşturulan insanımız ‘cinnet toplumu’ haline getiriliyor. Makul, mutedil, insaf ve anlayış içerisinde normalleşmeye, meselelerimizi objektif, ilmî ölçülerle tartışmaya, konuşmaya, samimiyetle dertleşmeye o kadar ihtiyacımız var ki? Kırmadan dökmeden, itham, iftira ve suizandan uzak birbirimize tahammül göstererek konuşabilsek. Ama ne mümkün? Hâlâ cinayet işleyen mazur görülebilir, fakat resmî ideolojinin kutsallarını tenkit eden mazur görülemez! Ağlanacak halimize güldürüyoruz kendimizi. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle ilkel örnek görülmemekte. İslâm’sız bir Türkiye hayaliyli yaşıyorlar. Herkes dilediği kutsala ibadet edebilir, bir ölüyü diri yerine koyup ona derdini, problemlerini anlatabilir. Ancak bunu kabul etmeyenlere bu dayatma, bu psikolojik baskı, bu tecrit etme, bu aşağılama yapılamaz. Putçuluğa, putperestliğe tavır koymak şarttır. İmanımızın gereğidir.
Devir kendi kutsalımıza, kendi değerlerimize, kendi kaybettiğimiz medeniyetimize dönme devri. İdeolojik olarak bakmıyor, sadece insanımızın sürü muamelesi görmesine, en küçük bir tepkinin bile rejim meselesi haline getirilmesine üzülüyorum. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi, beni aşırı şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Resulü’ deyin!” önce kul, sonra resul olduğunu beyan etmişlerdir.
Toplumun tarih bilinci linç edildi; tarihsiz, hafızasız, köksüz bir toplum ve mankurtlaşmış, metamorfoz yemiş bir aydın icat edildi. Yapılan inkılaplarla medeniyet dinamiklerimiz dinamitlendi, her türlü zulüm, katliam, ‘Batı uygarlığı’ maskesiyle yapıldı/yaptırıldı.
Peygamber buyruklarını hiçbir güç kaldıramaz/unutturamaz. 10 Kasım’ı da farklı bir gün yapmaz/yapamaz. Uğraşanlar, iman taraflarını kaybettiklerini fark edemezler. Kim olursa olsun herkes yaptıklarının hesabını vereceği “Mahşer Günü”nden kaçamaz, vereceği hesaptan da kurtulamaz. “Her nefis ölümü tadacaktır” ilahi hüküm ve “Zevkleri bıçak gibi keseni -ölümü- çok hatırlayın! Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır.” Bu ayet ve hadisi unutmayalım!
Ezelî ve ebedî olan yalnız Allah’tır. Sizi yaratan, yaşatan, rızkınızı veren de alan da O’dur. Hayatı durdurmak istiyorsan sirenlere uyma yerine seni huzuruna çağıran, o büyük buluşmanın vesilesi ezanın davetine icabet ederek, Rabbinin huzuruna çıkarak hayatı durduracaksın. Büstlere eğilme, saygı duruşunda bulunma yerine yalnız ve yalnız Allah’ın huzurunda eğileceksin. Sadece ve sadece O’na kulluk edeceksin. Değişik şekillerde kutsallaştırdıklarının, tapma yerine koyduklarının hepsini bırakıp, unutup yaratan Allah’ı unutmayacaksın. Dijital işgal ile uyuşturulmuş, internet, sosyal medya, akıllı telefon, vb. ile esir alınmış vaziyete sokulmuş insanımız, bu esaretten kurtulmadıkça düşünemez, hissedemez, hassasiyetlerini duyarlılıklarını kaybetmekten kurtulamaz. Hâl böyle olunca alıştırıla alıştırıla algı operasyonlarına uğraya uğraya Müslümanca düşünme (zihin), Müslümanca yaşama (zemin) ve Müslümanca duyma (zaman) melekelerini yitirdiğimiz için, esen rüzgârlar bile bu toplumun direnme, dirilme ve var olma temellerini sarsmaya yetiyor.
Çıkış yolu; Müslümanca duyma, kavrama ve düşünme melekeleri gelişmiş, bir medeniyet tasavvuru yolculuğuyla, vahyin inşa ettiği, Mümin kimlik-kişilik-şahsiyet inşasını gerçekleştirecek bir nesil yetiştirmek. Bunun için zihnini Müslümanlaştıracak, zihnini çağdaş hurafeler çöplüğünden arındıracak, bir zihniyet devrimi yapacağız, yapmak zorundayız!
Müslüman Zihni, Müslümanca Yaşama Zemini ve Müslüman Zamanı’nın inşasında buluşacağız İnşallah. Hak-Bâtıl, Hilâl-Haç mücadelemizi de sürdüreceğiz.