Fırına börek koymuştum. Pişti mi diye kapağını açtığımda, içinden çıkan buhar benim bir adım geri çekilmeme sebep oldu. Hatta gözlüklerim de yükselen bahardan nasibini aldığı için bir müddet hiçbir şey göremedim.
Daha sonra baktığımda börek, henüz kızarmaya başlamıştı ve tepsinin etrafındaki yağ cızır cızır kaynıyordu. Aklıma Gazze geldi. İki senedir, yer demir gök bakır yüksek dereceli fanlı fırın içinde cızır cızır yanıyorlar.
Gak deyince ekmek, guk deyince su bulan, güneş gelince gölgeyi bulan, üşüyünce kombileri yakan, yumuşak yataklarda, sevdikleriyle beraber güvenli bir şekilde uyuyan bizlerin, Gazzelileri anlaması mümkün değil.
İki koca yıl geçti...
Binlerce insan öbür dünyaya göçtü...
Taş üstünde taş kalmadı...
İnsan olan bu zülme dayamazdı ama onlar hâlâ ayaktalar. Ayaksız da olsalar ayaktalar, kimsesiz de kalsalar ayaktalar...
Oysa biz çeşme damlarsa uyuyamayan insanlarız, onların tepelerinde ise iki senedir bomba ve dron sesleri var.
Yastığımız biraz sert gelirse uykusu kaçan insanlarız, onların yastıkları taş, yatakları toprak oldu ve hâlâ ayaktalar.
Yemeğin tuzu eksik olsa tadımız kaçan bizler, karnına açlıktan taş bağlayanları nasıl anlasın?
Çocuğun okul servisi beş dakika gecikse telefona yapışan analar, sıra sıra kefenlenmiş evlatlarına yapışanların acısını kıyas edebilir mi?
Bütün bunlara dikkat çekmek amacıyla, orduların yürümesi gereken yerlere sivil insanlar yürüdü. Ya da küçük, silahsız gemilerle ölüme gider gibi gittiler. Hatta bazılarının müşkülü çıktı, geri dönüp halletti ve yeniden yolculuğa ilhak oldu.
Her şeyi göze alıp bu sefere çıkmalarını bizler takdir ve duayla karşıladık. "Allahım! Onları Gazze'ye ve kendi yuvalarına sağ salim ulaştır." dedik. Gözleri Gazzeyi gördü ama bedenleri onlarla kucaklaşamadı. Her pisliği azamî derecede yaşayan, her suçu umursuzca işleyen necaset zihniyet onları dünyanın gözü önünde asılsız gerekçelerle bir bir topladı. Hırsız ve zalim yine kendinden bekleneni yaptı. Daha önce çekilen videolardan anladık ki, bu ihtimal vardı ve her biri yaşama refleksi gereği devletin kendilerini esaretten kurtarmasını istiyordu.
Devletimiz de gitti onları aldı ve geldi. İşte dananın kuyruğu burada koptu.
Gayet doğal olarak, insanların bir kısmı başlarına geleni belge niteliğinde bilgilerle anlattı.
Bir yerden gelene "Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat" demek bizim âdetimizde vardır. Ama onlar, yaşanan zülmü anlatmak adına her detayı gözler önüne serdiler. Bence bunlar normal. Yedikleri içtikleri(!) hiç özenecek şeyler değildi.
Lâkin kimi insanlar, Sumud'a katılıp yurda dönenlere karşı bir linç, karalama ve aşağı çekme hâline büründü. Bana göre gazi olan bu kişileri neredeyse gittiklerinde pişman edecekler.
Yapmayın, etmeyin!
Huu! Kardeş! Senin derdin ne? Ölselerdi daha mı kıymetli veya niyetleri temiz olacaktı? Sağ salim geldiler diye niye bu kadar celallendin? Zoruna giden ne? Her biri bir depresyonla gelseydi daha mı memnun olacaktın? Onların eşleri ve çocukları yerine kendine koyabildin mi?
Onlar, iki senedir yanan fırının içine iki günlüğüne girip çıktılar. Gazzeyi bizden daha iyi anlar ve anlatırlar.
Evet, surda bir gedik açtılar. Bu çok önemli ve örnek bir faaliyet.
Herkesin niyeti ve sadakati kendini bağlar. Zaten ekran önünde olan kimselerin yaşadıklarını konu etmeleri, gayet doğal. Onlar, kendilerine değil Gazze'ye dikkat çekmek için yola çıktılar ve başardılar da. Sefer kuldan zafer Allah'tan. Kaldı ki bu seyir, muhatapları olan Gazzeliler için de makbul ve onur vericiydi.
Kimse hariçten gazel okumasın veya yetişmediği ete "mundar" demesin.
Sıkıysa bir sonrakine siz binin ve isterseniz geri gelmeyin, gelirseniz de ağzınızı açmayın.
Damdan düşenin hâlini damdan düşen anlar...
Niyet okuyuculuğa bürünüp Rabbin rolünü çalmayın. Çünkü niyetler sadece O'na malûmdur. Niyeti bozuk olan da zaten ecirden düşer. Bunu irdelemek de bize düşmez.