Tanıdığım bir aile var. Kadının adını biliyorum ama eşinin gerçek adını hatırlamıyorum, çünkü ona hanımı, "Karam" diye sesleniyor.
Birkaç günlüğüne bu aileye misafir olunca, yakînen gözlem yapma fırsatım oldu. Birbirlerini candan sevdiklerine şahit oldum. Şimdiki nesil gibi "aşkım" derken bile darılan, tek taşı görünce sarılan çiftlerden değil. Harbi seven, "iyi günde kötü-günde" diye nikâh akdi sırasında verilen sözün, ömür boyu arkasında olan, dışardan mütevazi içerden belki fırtınalar koparan bir sevgiden bahsediyorum.
Biri yemek yaparsa, diğeri masayı hazırlıyor. Biri bahçeye tohum ekerse, diğeri suluyor. Biri nereye gidileceğini belirliyor diğeri arabayı sürüyor. Bir ayakkabının diğer teki, bir elmanın diğer yarısı gibi. Çifte kumrular deyimi bunlara "cuk" oturuyor.
Her şeyi, istişare ile yapıyorlar. Danışarak. Saygıyla...
Günün her anında bu sevginin birbirlerine hürmetle aktığını görmek mümkün.
"Akmak" dedim çünkü sevgi de nefret gibi güçlü ve akıcı bir duygudur. Kaynağı "beslendiği" sürece; kalplerde kapalı duramaz, gözünden, elinden, dilinden gördüğü, dokunduğu yere akar, iz bırakır, bulaşır...
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak lâzım.
Gerçek sevgiden bahsedebilmek için öncelikle güzel ahlaktân giriş yapmak lâzım. Öyle tek kişilik ahlaktân bahsetmiyorum. Farz edelim, adam çok sabırlı, kadın dırdır olsun. Nereye kadar?! Millet; Sokrat değil ki! Karısı kızıp, başından aşağı bir kova suyu boca edince, "Bunca gök gürültüsünden sonra bu yağmuru bekliyordum." desin.
Millet; Hz Ömer değil ki, eşini şikayet etmek için gelen sahabenin onların da tartıştıklarını duyunca kapıdan geri döndüğünü görünce onu çevirip, kadınlar hakkında, "Onlar bizim her işimizi yapıyor, her şeyimize katlanıyorlar, biz de onların bazı sıkıntılarına katlanmalıyız." diye taşı taşı gediğine koyacak bir kelâm etsin.
Diyelim ki kadın anlayışlı, adam huysuz. Bu kadın Asiye değil ki, kucağında Musa yetişecek diye eşinin bazı firavunluklarını görmezden gelsin. Her şey, bir yere kadar. Sonrası çıkmaz sokak. Yoktan, yol bulup çıkanlar da vardır elbet.
Kadınlar, kendine köle olan bir Ali bulsa, Fatıma gibi eşinin cariyesi olur. (İstisnalar kaideyi bozmaz)
Vakti zamanında, istemediği halde kendisine "halifelik" verilen Ömer b. Abdülaziz, eşine dönüp "Ben artık nefsimi Allah'a sattım, ister benimle kal, istersen de ailene dönebilirsin." der. Eşi ise: "Ben seni tercih ediyorum." deyince, hanımına "O halde, üzerindeki elbiseleri çıkar. Ayrıca bu saraydan ayrılıp mütevazi evimize döneceğiz, zira ben ne bu ihtişamlı elbiselerle, ne de bu kasırda (sarayda) yaşayamam artık." diye ikinci bir teklif getirir. Eski halifenin kızı, bir kaç halifenin de kızkardeşi olan kadın ona da "eyvallah" der ve iki yılı aşkın bir süre ülkeyi en güzel şekilde toparlayan, dillere destan adaletiyle yöneten eşine, "aşkın" ne demek olduğunu lisanı hâl ile anlatır. Vefat ederken küçük, yetim çocuklarına hiç bir mal bırakmayan halife, onlardan ayrılmanın hüznü içinde, ağlayarak: "Babanız size dünyalık bırakmadı ama cenneti aldı." der...
Derim ki: İster zengin ol ister fakir, "gerçek" ya da "ebedî aşk" parayla pulla değil, aynı değerlere sahip olmayla, aynı güzel ahlâkı zinet edinmeyle, sevgi, saygı, sadakat, güvenilirlik, samimiyet, kanaat... gibi bir evlilik için olmazsa olmaz değerlerin "karşılıklı" beslenmesiyle oluşur.
Eskiler derler ki: "Kişi sel, kadın göl." Burda adamın çalışıp kazanarak eve akıtacağı nafakaya, eşinin de bunu toparlayıcı ve aynı zamanda idare edici olmasına vurgu yapılır. Denge budur işte!
Erkek, kendi elindekini israf ettiği gibi, kadının elinde de ne var ne yok israf ediyorsa, bu kadında aşk mı kalır?! Ya da adam çalışıp getiriyor kadın da: "Daha fazla, daha fazla..." diye eşini âdeta haram yollara sevkediyorsa, hangi aşktan ve sevgiden bahsedebiliriz?
Şimdi ise garip bir yarış, almış başını gidiyor. Kim, daha entarasan, paylaşım yapınca çok "tık" alan, "vaaoovv!!!" dedirten, masalımsı, romantik "evlenme teklifi" edecek?!! Kesenin ağzı, kaç taş "pırlanta" için açılacak?!
"Damat nasıl, efendi mi?" sorusunun yerini, "Evlenme teklifini nasıl yaptı, anlatsana!" heyecanı aldı.
Görselliğe takılmış durumdayız.
Ez cümle, güzel ahlâkın olduğu her yerde sevgi, aşk, dostluk, muhabbet vardır! Gerisi hikâye...
Bu arada...
Uzun evliliğin sırrı eşlerin birbiriyle arkadaş olabilmesinde saklı.
Allahım! Bizi gönül gözüyle gören, seven insanlarla karşılaştır. Pazara kadar değil, mezara kadar giden dürüst, güvenilir arkadaşlara yoldaş eyle.