Sabır deyince hemen hepimizin aklına gelen şey, zorluklar veya yokluklar karşısında bedenin tahammül etmesidir.
Ama sabır; mânâsı bu kadar basit olan bir kelime değil.
Eğer, "sabredebilirseniz" size bu konu hakkında bir kaç kelam etmek istiyorum. Böylece, bu muazzam kavramın içini biraz doldurmuş oluruz.
Sabrın kelime anlamı, (genel olarak) şikayet etmemek. Tasavvuf ıstılahında ise, başına herhangi belâ veya musibet geldiğinde, hâlini Allah'tan başkasına arz etmemek, rıza ve teslimiyetle boyun eğmek.
Ama bu pasif bir bekleme süreci değil, bu aktif olarak sorumlulukları yerine getirdikten sonra neticeyi Allah'tan beklemek. Dolayısıyla sabrın, tevekkül ve teslimiyet ile de akrabalığı var.
Sabreden ama arada bir şikayetlenenlere, "sabir" denir.
Sabretmekte zorlandığı hâlde yine de sabredenlere, "mütesabbır" denir.
Çokça sabredip hiç şikayet etmeyin ve Allah’tan razı olanlara, "sabbâr" denir
İmam Gazâlî, "İhyâ" adlı eserinde sabır konusunu anlatırken sayfalar dolusu bilgi vermiş. İnsanın bu ilim ve tanımlamalar karşısında aklı dimağı duruyor. Gazâlî olmak böyle şey işte...
Onun bu eşsiz bilgisinden biz de istifade edelim inşaallah.
Gazâlî'ye göre sabır, çeşit çeşit.
Zorluklara karşı olursa; "tahammül" adını alır.
Mide ve cinsel yönden sabredilirse; "iffet" olur.
Felâket karşısında olursa; "sabır",
Zenginliğe karşı olursa; "zabt-ı nefs",
Savaş alanında olursa; "şecaat",
Öfkeyi yenmekte meydana çıkarsa; "hilm, vakar ve teemnî",
Zamanın musîbet ve felaketlerinden birine karşı olursa; "gönül genişliği",
Görüp duyduklarını muhafaza olursa; "sır tutma",
Geçim sıkıntısına karşı hissedilen; "zühd",
Aza sabrediyorsa; "kanâat" adını alır.
Alimlerden birisi de sabrı üç'e ayırıyor.
- Şehvetleri terketmek. Bu, tevbe edenlerin derecesidir.
- Kazâya (kadere) rızadır. Bu, zâhidlerin derecesidir.
- Acı ve tatlı, Mevlâ'dan gelen her şeyi hoş ve sevgi ile karşılamaktır. Bu da sıddîklar makamıdır.
Sıddîk demişken hemen bir başka ârif kişinin sözü akla geliyor: "Felaket ve musîbetlere her mü'min sabredebilir, fakat âfiyet ve bollukta ancak sıddîkler sabredebilirler."
Bir başka âlim de, "Âfiyette sabır, musîbete sabırdan daha zordur." diye destek vermiş.
Aynı şeyi taa sahabe efendilerimiz de dillendirmiş: "Biz, Rasûlullah zamanında, yokluğa daha çok sabrediyorduk. Şimdi fetihler çoğaldı, müslümanlar zenginleşti ve bu durumda sabretmek daha da zorlaştı." demişlerdir.
Hatta bazıları, tası-tarağı toplayıp, daha ıssız ve ücra köşelere çekilmiş, selameti bu zenginlik ve lükse karışmamakta bulmuşlardır.
Kimileri de, halkı bu konuda uyarma ve kendine getirmede aşırı gidince, şikayetler üzerine sürgün cezası bile almış. (Ebu Zer'il-Ğıfari (Ra))
İşte, kıyıya köşeye çekilen bu zühd grubu etrafında tasavvuf ve dervişliğin temelleri atılıyor: "Bir lokma, bir hırka" anlayışı bu kesim içinde düstur sayılıyor.
Dünya nimetlerine emanet gözüyle bakmak, onlara karşı hırs içinde olmayı önler.
Mübah ve helal dairesinden çok, mal-mülk sarhoşu olmaktan çekinmişler. O yüzden nefsi ve şehveti aşırı derecede besleyip karşı konulmaz bir canavara dönüşmesini önlemek amacıyla da dünyadan el etek çekmeyi uygun görmüşler.
Tercih meselesidir. Kim, ahireti ne şekilde kazanacağına inanıyor veya uygun görüyorsa o yönde hareket etme konusunda serbest iradeye sahiptir.
O gün de öyle, bugün de öyle.
Amma ve lâkin, bu halkalar genişlemeye ve bazı insanlar işi gücü bırakıp sadece ibadet yönelince, evlad-i iyal da zor durumlara düşünce bu kez antitezler üretilmeye, halk içinde Hak ile beraber olma yolları ve faziletleri anlatılmaya başlanmış.
Bizim bugün içinde bulunduğumuz yaşam şekilleri, işte bu ikinci halkanın uzantısı.
Yani sabrın, varlık ve afiyet karşındaki zaferi veya mağlubiyeti.
Maalesef bu konuda, özellikle teknolojik gelişmelerle birlikte sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim.
Eskiden erkekler; kendi eşleri dışında hiçbir bayanın vücudunu açık olarak görmüyorlardı. O bakımdan şehvetle imtihanları bugünkü kadar zor değildi...
Şimdi ise binlerce ve çeşit çeşit bayanlar bir telefon kadar yakındalar. Kendilerini gören Allah'ı hesaba katmasalar, dünyada istedikleri "hanfendiler", tüm işvesi cilvesiyle ellerinin altındalar. Soran yok, soruşturan yok. Edepli olanın kazanacağı, tam bir nefis terbiyesi alanı.
Bir zamanlar biz bayanlar, yokluk ve fakirlik içindeyken, idareli ve tasarruflu olmanın kitabını yazardık. Şimdi ise, elimizin altında sayısız yeme-içme, giyim-kuşam, mutfak gereci, ev tekstili malzemesi var. Hadi bakalım sabredelim.
Onca imkânın içinde israf etmeden, gösterişe girmeden, "helâl dairesi keyfe kâfidir" diyerek nefsimizi dizginlemeliyiz. Lâkin, biz dursak eşimiz durmaz.
O da dursa çocuğumuz durmaz.
Hadi hep beraber durduk millet durmaz: "Şunlara bakın, varlık içinde yokluk yaşıyorlar. Benim elimde onlarınki gibi fırsat olacak da..."
Gerisi, dünyanın tadını çıkarmak adına kurulan hayaller, arzulanan günahlar...
Eskiden biriyle iki kelâm etmek için bi zahmet evden veya kapıdan dışarı çıkılır, olmadı kafa pencereden uzanırdı. Birkaç kişiyle ancak görüşme fırsatı olurdu. Belki de düğünde-bayramda büyük gruplar oluşur, ikili sohbetlerde dedikodu yapılır, laf dolaşırdı.
Şimdi ise bir "tık"la binlerce kişiye aynı anda ulaşmak mümkün. Dedikodu, laf taşıma tavan yapıyor. Yiğitsen, bu "hiberhızlı" haber alma çağında bazı şeylerden habersiz kal. Ne mümkün?! Hele bazı magazinel şeyler çok tıklandığı için gözüne gözüne sokuluyor. "Ne olmuş yaa?!" diye merak edip ve o haberin peşine düşmesen aslansın!
Eskiden bir kızla veya oğlanla ciddî bir nedenle bile olsa bağlantı kurmak için binbir takla atılır, güvenilir aracılar seçilirdi. Şimdi ise, ismini bilmen yeterli. Bir tık'la hem ona hem gelmişine-geçmişine, hem her türlü resmine, nerede konaklayıp, kimlerle arkadaş olduğuna, ne yiyip ne içtiğine, nelerden hoşlandığına kadar her şeye ulaşmak mümkün.
Gel de, sır denen şeyin sırra kadem bastığı bu dönemde gizlin saklın kalsın. İnsanın yaşadıklarını amel defteri misali ortaya döken basın arşivi var. Tevbe etsen de peşini bırakmazlar. Tekrar tekrar bozdururlar, yüzünü kızartmaktan zevk alırlar. Sonra da "sana kırmızı çok yakışıyor" diye dalga geçerler.
Böyle bir dönemde Yusuf gibi iffetli kalmak ve "Zindan, sizin teklif ettiğiniz şeylerden bana daha sevimli gelir." demek ne kadar zor...
"Yooo, karamsar olma!" mı, diyorsun?
Dersin tabii güzel kardeşim. Varlık ve afiyet karşısında bile sabırla nefsini terbiye ettinse, ona gerektiği kadar azık verip, ölçülü davrandın, iktisatlı olmayı elden bırakmadınsa, çok buldun diye azgınlık ve taşkınlık yapmadınsa, "Harama tevessül etmektense yalnızlığı tercih ederim." diyebilirsin tabii.
Bazen iffetinle, bazen servetinle, bazen sağlık-afiyetinle, bazen arkadaş çevrenle, bazen eşinle bazen çocuğunla... imtihana tabi olabilirsin.
Namazını kılmak ve korumada sabır,
Sözünde durma ve ahde vefada sabır gösterebiliyorsan, bil ki Allah seni seviyor ve seninle beraber. İşte sen, Firdevs cennetine vârissin...ve orada ebedî kalacaksın...
"Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir." ( Bakara/153)
Zamanın her türlü fitnesine gücü yettiği hâlde, karışmadan bulaşmadan, metanetini azık yapanlara ve sabr-ı cemîlle karşılık verenlere selâm olsun!