Kimileri, suya sabuna dokunmadan kendilerini tertemiz yapan bir İslam arıyorlar.
Zahmetsiz rahmet,
Külfetsiz nimet peşindeler.
Dünyalık olan şeylerin en pahalısı, en kalitelisi neyse onu alırken, "ucuzcu"dan cennet arıyorlar sanki.
Kendilerini ibadet ve itaata çağıran İslam'ı, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade eden Hatem'ül-Enbiya'yı duymazdan geldikleri hâlde;
Her güzelliği ayaklarına seren,
Dünyada cenneti veren,
Hizmette sınır tanımayan bir İslâm,
Her duaları kabul edecek, (hâşâ) emir eri bir Allah bekliyorlar.
Sonra da küsüyorlar...
Neymiş efendim, İslam onları tatmin etmiyor, aradıklarını bulamıyorlarmış...
Her kul, İslâm fıtratı üzerinedir. Ayakları yere basan her ruh, fıtratını arar ve onu bulduğunda, yuvasına yerleşen kuş kadar mutludur.
Kalıbını İslam'a uyduranlar, huzur bulur,
Çok şeyi hazır bulur. Kılı kırk yaracak içtihadî sorumlulukları yok. Taat ve ibadetleri yapamayacak ne ortam kaldı ne imkansızlık veya can korkusu...Zarurîyattan olanları öğrenip amel etmek, bunun için de biraz nefis terbiyesine ihtiyaç var.
Lâkin İslam'ı kendi kalıbına hapsetmek hayalinde olanlar, onun sağlayacağı her türlü güzellikten mahrum kalır, ruhu daralır, hayatı zorlaşır.
Art niyetsiz, safî bir gönülle bakmak lâzım.
Zira kirli camdan bakan dünyayı kirli zanneder.
Basiretle bakan, görür...
Gören, akleder...
Akleden, iman eder...
İman eden daha ne ister?