Geçmişte bir gün yaşlı bir hanımı ziyarete gittim.
Hoş-beş, sohbet-muhabbet derken arada şöyle bir cümle kurdu: "Çok şükür, her şeyim var. Ekmeğim-aşım, başını sokacak evim, eşimden kalan maaşım... Gelenim-gidenim de var. Allah kapı gözletmiyor. Bazı hastalıklarım da var ama artık o da yaşlılığın hediyesi..."
Olanları ve şükredeceği birkaç şeyi daha saydı.
Eğer karamsar biri olaydı, canını sıkacak o kadar çok sorunu vardı ki!
Ama o, hayatın "nimet ve minnet " tarafına baktı.
Mutsuzluk, biraz da elimizdeki nimetin varlığını idrak edememekten gelir.
Şikayetçi insan mutsuz olur,
Mutsuzluk karamsarlık getirir. Bu iki şey böylece birbirini besler, kısır döngü meydana getirir.
Şimdi, sahip olduğunuz nimetleri üşenmeden bir sayın hele. Daha başında, arttıkça arttığını göreceksiniz.
-Ev, araba, eş, iş, çocuk...
Devam edin...
Bitti mi?
-El, ayak, böbrek, dalak...
Onları unutmayın. İçinize de bakın. Asıl saltanat orda. "Nefes alabilmek" bile çok büyük bir nimet... Astım hastaları benim ne demek istediğimi anlar.
Nimetin çoğalmasını isteyen şükrünü çoğaltsın ve çoğaltsın...
Zira, Allahü Teâlâ hazretleri: “Eğer şükrederseniz, nimetlerimi muhakkak artırırım.” (İbrâhim /7) buyuyor.
Dün hava soğuktu buralarda.
Dışarı çıkmam gerekiyordu, güneşe aldanıp biraz ince giyindim. Dönerken üşütmüş olmalıyım, bir karnım ağrıdı ki, sormayın!
Gece ilaç içtim, dualar ederek yattım.
Bu sabah uyandığımda bir şey kalmamış. Elhamdülillah. Şimdi bu yazıyı yazarken aklıma geldi: "Ya bu karın ağrısı sabaha kadar sürseydi..?"
Ben şimdi nasıl şükreden kul olmayayım?
Bunları da sayın.
Filanca derdiniz...
Ya hâlâ devam ediyor olsaydı?