İnsanoğlunun bir şeyi, bir olayı, bir konuyu veya bir olguyu iyi veya kötü olarak tanımlaması hiç önemli değildir. Akli melekelere uygun olması da bir şeyi ifade etmez. Önemli olan Yüce Allah’ın o mesele hakkında ne dediğidir. Önemli olan Allah Resulü (s.a.v.)’nün o konuyu nasıl açıkladığıdır. Asıl olan Yüce İslam Dini’nin o konuyu nasıl tarif ettiği, o mesele hakkında nasıl fetva verdiğidir. Gerisi lafügüzaftır.
İster kabul edin ister kabul etmeyin insanoğlunu bağlayan son karar merci dindir. İster bağlı kalsın ister inkâr etsin, içten gelen, var olan dini duygularını sıfırlıyamıyor. İşine geldiği yerde din, işine geldiği zaman da arzular ve istekler diyebiliyor. Böyle yapanların modern insanlar olduğunu söyleyebilirim. Modern insanın tarifini bana soracak olursanız; günün belli saatlerinde dini değerleri savunan, Müslüman olduğunu iddia eden, günün geri kalan saatlerinde de dine sırt dönen, arzu ve isteklerine göre bir yaşam, bir hayat, bir felsefe belirleyen, kendisine uygun bir yolu akli melekelerine çizdiren varlık diye tarif ederim.
O yüzden diyorum ki tüm insanlar bir araya gelerek toplantılar üstüne toplantılar düzenleseler, fikir babalarını bu tür toplantılara çağırsalar; Yüce Allah’ın ortaya koyduğu kural ve kaidelerden birisini ortadan kaldırmaya, sadece birisinin kötü olduğunu ispat etmeye güç yettiremezler.
Bu böyle biline…
Hatta tüm insanlar güçlerini birleştirseler, kafa kafaya verseler bile Allah’ın yasakladığı, kötü diye tarif ettiği bir meselenin aslında iyi olduğunu ispat edemezler. Mesela kadın-erkek hemen herkes çarşı, pazarda, parkta panayırda, alışveriş merkezlerinde yarı çıplak dolaşıyor olsalar bile çıplaklığın iyi olduğunu ispat edemezler. Bunu bana yutturamazlar. Çünkü şaşmaz bir kitap var elimde…
Bu vesileyle Yüce Allah, insanoğluna sayılamayacak derecede çok ve büyük nimetler vermiştir. Akıl vermiş, iz'an vermiş, olayları yorumlayabilme, farklı senaryolar üzerinde çalışabilme yeteneği vermiştir. En önemlisi de insanoğluna iyiyi ve kötüyü, helali ve haramı, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırabilecek bir irade, bir akıl bahşetmiştir.
Yüce Allah insanoğluna, farkında olalım veya olmayalım verdiği bu nimetleri arttırdıkça arttırmış, insanoğlunun isyan ve küfrüne, itaat ve ibadetine bakmaksızın hala da arttırmaktadır. Yeryüzü adeta nimetler ile dolup taşmaktadır. Ama insanoğlu, ibadetlerden uzak bir şekilde nimetlere dalınca kendisini bir şey sanmaya, tabirimi caiz görün, kendisini ilah yetrine koymaya, yapması gereken ibadetlerini, sergilemesi gereken taatini, ifa etmesi gereken şükrünü ve gece gündüz sergilemesi gereken hamd'ını unutmaktadır. İnsanoğlu tam tersi, bunları arttırması gerekirken isyanını ve küfrünü ziyadeleştirmektedir. Her gün biraz daha günaha, biraz daha sapıklığa ve delalete dalmakta, biraz daha isyankâr, biraz daha küfran-ı nimet olarak varlığını ispat etmeye çalışmaktadır. İsyan ettikçe var olduğunu, güçlü ve kuvvetli olduğunu düşünmektedir. Bu işin en garibi de yaptıklarını bilinçli bir şekilde yapmaktadır. İsyan ederken neye, niçin isyan ettiğini gayet iyi biliyor.
Yoksa imtihan olmazdı.
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla insanoğluna verilen nimetler çoğaldıkça ne yazık ki küfür ve isyan da çoğalmaktadır. Günümüzde cadde ve sokaklar Allah’a meydan okunan bir derekeye yuvarlanmıştır. Ortalık ilahlaşan, ilahlaştıkça çirkefleşen, varlığından başka bir varlık tanımayan insanlardan geçilmiyor. Her köşe başını farklı bir ilahın idare ettiği medeni bir duruma (!) doğru evrilmektedir. Her geçen gün ortalık biraz daha berraklaşmaktadır. Görmek isteyen bu durumu alenen görebilirler.
Tabi ilahların çoğalması, ilahlaşan insanların iş görmesi insanların bir arada fikir teatisinde bulunmalarından kaynaklandığını da ileri sürebiliriz. Bir insan tek başına bazı şeyleri düşünemez, bazı şeylere tek başına güç yetiremez. Bazı günahları tek başına ulu orta sergileyemez. Cadde ve sokaklarda oluşan günahlar birlik ve beraberlikten hâsıl olduğunu söylersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Şehirde barınan insanların nüfusu çoğaldıkça, cadde ve sokaklar, çarşı ve pazarlar, park ve panayırlar kalabalıklaştıkça ilahlaşan insanlık biraz daha yalnızlaşmakta; insanlığından, benliğinden, yaratılış gayesinden, konumundan ve eşref-i mâhluk oluşundan biraz daha uzaklaşmaktadır. Bu cümleyi şöyle de kurgulayabiliriz. İnsanlar bir arada isyanı hep beraber sergiledikçe cennetten biraz daha uzaklaşmakta, cehenneme de biraz daha sürüklenmektedir.
Gün geçtikçe, tabir-i caiz ise şaşkına dönmekte insanlık. Şaşkın şaşkın, körebe oyununu oynayan insanlar gibi dönüp dolaşmakta kendi muhitinde. Çok ilerlediğini, çok modernleştiğini, çok kültürlü ve çok paralı ve hatta hovarda bir yaşama sahip olduğunu da düşünmektedir. Ancak bu düşünce modern insanın (!) yaşam boyunca bir arpa boyu yol almasına yettiğini söylemek mümkün değildir.
Şaşkınlaşan, şaşkınlaştıkça da bataklığa saplanan insanın iş ve işlemleri, dünya serüveni, sergilediği hareketleri, gün boyu takip ettiği seyr-ü seferi, her şeye rağmen ortaya koyduğu hayat mücadelesi, hayatını tüketerek edindiği felsefesi hem sarpa sarıyor hem de karmakarışık hale dönüşüyor. Kalabalıkların içinde yalnızlığa mâhkum oluyor. İsyana ve küfre kulaç atıyor. Attığı her kulaç, içinden çıkılmayacak derekeye savuruyor sahibini. Ve nihayet kişi; kimdir, necidir, nereden geldiği ve nereye gittiğini bilemez duruma evrilerek sergilediği işler hakkında iyi, güzel ve olması gereken düşüncelerden uzaklaşıyor. Ve güneşin aydınlığında, ve berrak bir ortamda, ve dümdüz bir alanda, ve koskoca bir yaşam süresince kaybolup gidiyor sıcaklığın karşısında eriyen buz gibi.
Dini ve imanı unutuyor. Unutkanlık insanın hayat felsefesi haline dönüşünce hakkı, hakikati, gerçeği, var olanı görmek istemeyen bir varlığa dönüşüyor. Allah’a ve Elçisine karşı şartellerini kapattığı için bulunması gereken konumdan fersah fersah uzak duruyor. Artık ne yaparsanız yapın, boş, duymayacak sizi. Neyi gösterirseniz gösterin, boş, göremeyecek gerçeği. Ne anlatırsanız anlatın, boş, tadamayacak ilahi hakikati.
Kişi evvela hakkı ve hakikati görme isteğini, ayet ve hadisleri anlama, yorumlama ve kavrama iradesini ortaya koymalı ki kendisini tanıyabilsin, yeteneklerinin farkına varabilsin.
Son olarak şunu da ilave edelim ki anlattıklarımızın bir anlamı olsun. Ayet ve hadislerden uzaklaşan insan hayvandan farksız bir yaşama sarılıyor. Medeniyet adı altında ilk çağ insanın davranışlarına özeniyor.
İnsanoğlu ilahi hakikatler ile arasında var olan ama göz ile görünmeyen, ahiret gününe inanmayan kafirler için icat edilmiş olan perdeler ortadan bir türlü kalkmıyor.
Perdelerin kalktığı gün iş işten geçmiş olacak.