Her yaz okullar tatil olduğunda, ortaokulu bitiren çocuklarımız için yeni bir maraton başlar. Çocuklarımızın çoğu doğal olarak liseye devam etme planları yapar. Değişik spor dallarına yönelen çocuklarımızın yanında, bazı çocuklarımız değişik mesleklerde çıraklığa başlarken, bazıları da meslek okullarına yönelir. Tüm bunlar hayatın bir gereğidir, gerçeğidir ve olmalıdır. Ancak hep beraber sormamız gereken bir soru, neden çocuklarımızın bir kısmı da islami ilimleri kaynağından ve gereği gibi öğrenmeyi tercih etmiyorlar. Ya da neden biz onların bir kısmını bu yönde yönlendirmiyoruz. Öncesinden ilmin önemini anlatarak onları ilim talebesi ve yarının “peygamber varisi, rabbani, davetçi âlimleri” olmaya hazırlamıyoruz.
Bakınız! Bir toplumun doktor, mühendis, öğretmen, esnaf, işçi, işveren, çiftçi ve değişik dallarda ki sanat ve sanatkârlara elbette ihtiyacı var. Ancak tüm bu sınıflarında âlimlere ihtiyacı var. Çünkü tüm bu sınıfların sanat ve mesleklerini dünya huzuru ve ahiret saadetine tebdil edecek şekilde icra etmeleri, İslamî ilimlerle mümkün.
Kaldı ki bir milletin;
Dünyayı boş verelim demiyorum. Aksine hem dünyamızın hem de ahiretimizin imarında ilmin önemini anlatmaya çalışıyorum.
İlahiyat, imam hatip ve Kura’n kurslarında yetişen öğrenciler elbette önemli ancak ümmete rehberlik yapacak derecede âlimler farklıdır. Ve bu gün onlara ekmekten sudan daha çok ihtiyaç var. Batının maneviyattan soyutlayarak geliştirdiği bilim, insanın sadece dünyasını mamur etmek için uğraşırken ahiretini ise adeta unutturup yok saymaya hatta yıkmaya çalışmaktadır. Hâlbuki biz asıl hayatın ahiret hayatı olduğuna inanıyoruz. Er veya geç bu âlemden göçüp gideceğiz.
Şu anda seksen milyonluk Türkiye’mizde ilköğretim seviyesinde on yedi milyonun üstünde öğrenci var. Yükseköğrenimle beraber bu sayı yirmi milyonu geçmektedir. Ama İslamî ilimleri tahsil eden tüm medrese talebelerini toplasanız 3-5 bini bulmaz. Büyükçe bir lisenin öğrencileri kadar…
Türkiye’de bahsettiğimiz vasıflarda iki bin âlimin var olduğunu farz etsek bile takriben 40 000 kişiye bir âlim düşmektedir. Bu âlimlerin belli konularda ağızlarının bantlandığını da unutmayalım. Hatta belli dönemlerde tamamen ilme ve âlime yasakların konulduğu malum… Ayrıca kitle iletişim araçlarının, bu Rabbani âlimlere kapalı, tam tersine Müslümanların zihinlerini bulandırma yarışında olan âlim görünümlü şarlatanlara sonuna kadar açık. Üstüne üstlük bu kitle iletişim araçlarının her türlü cehalet, şirk ve hayâsızlığa açık oluşunu da eklediğinizde, yandı gülüm keten helva… Hani derler ya; “Aman Allah (cc) ım bu nasıl memleket, köpekleri salmışlar taşları bağlamışlar.”
Şu halde; evlatlarımızın zeki olanlarından bir kısmını da ilim yoluna vakfetmek zorundayız. Her kes benim oğlum, doktor, mühendis, öğretmen, esnaf vs. meslek erbabı olsun deyip ilmi tamamen boş verirlerse, ümmet olarak hep beraber günahkâr oluruz. Bu kötü gidişatın en büyük sebebi cehalettir ki; bu katlanarak devam eder. Konuyla ilgili birkaç ayet ve hadis:
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"(Zümer 39/9)
"Allah'tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar." (Fâtır 35/28)
"Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Riyazussalihin H no= 1384)
"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Riyazussalihin H no= 1386)
"İlim tahsil etmek için yola çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır." (Tirmizî, Riyazussalihin H no= 1488)
"Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler." (Tirmizî, Riyazussalihin H no=1390)