Cemiyetin huzur ve adalet içinde yaşaması, emeğin hakkının gözetilmesiyle mümkündür.
Modern çağda sıkça tartışılan işçi hakları meselesi, aslında İslam’ın temel kaynaklarında açıkça yer alan, güçlü şekilde korunan bir mevzu. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) “İşçiye ücretini, alın teri kurumadan veriniz” hadisi, bu anlayışın özünü ve derinliğini en veciz biçimde ifade eder.
İslam’da insan, sadece bir üretim vasıtası değildir; hak ve sorumlulukları olan değerli bir ferttir. Bu anlayışın sonucu olarak işçinin emeğine saygı göstermek, onun hakkını zamanında ve eksiksiz teslim etmek dini bir sorumluluktur.
Kur’an-ı Kerim’de haksız kazançtan ve ölçüde-tartıda eksiklik yapmaktan sakınılması gerektiği sıkça vurgulanır. Bu, sadece ticarette değil, işçinin emeğine yapılacak haksızlık içindir de.
Adil ücret, İslami bir yükümlülüktür. İslam, ücretin piyasa şartlarına bırakıldığı vahşi kapitalist anlayışı reddeder. Bir işçinin geçimini sağlayamayacağı kadar düşük bir ücretle çalıştırılması kul hakkıdır.
Devletin veya toplumun, “ma’ruf” ölçüsünde yani örf ve adalet çerçevesinde asgari ücret belirlemesi meşrudur. Hz. Ömer devrinde işçilere günlük temel ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda ödeme yapıldığı bilinmektedir. Ama bu ücreti çiğneyen veya suiistimal ederek, " Cennete -asgari- beş yüz sene sonra girecek olan" böyle kapital sahiplerine men olması gereken güç, devletin adalet sağlayıcı iktidarıdır.
İslam, çalışanın sağlığını ve güvenliğini korumayı da işverenin sorumluluğu olarak görür. Zarara uğratmak ve uğramasına yol açmak haramdır (Lâ darara ve lâ dirâr).
Bu esas ve nas gereği, iş yerinin güvenli hale getirilmesi, işçiye uygun şartlarda çalışma ortamı sunulması elzemdir, mutlak gerekliliktir.
Ağır işlerde çalışan kişilere, dönüşümlü olarak hafif iş verilmesi, Ramazan ayında çalışanların daha esnek çalıştırılması gibi uygulamalar, tarihi İslam cemiyetlerinde sıkça görülmüştür.
Aslında bugünkü çetrefilli ekonomi manzarasında meselemiz ekonomik değil ahlakidir. İslam, köleliği tarihsel süreçte tedrici olarak kaldırmaya yönelmiş; emeğin özgürlüğünü temel ilke haline getirmişti halbuki. Bizse bunu başka başka isimler altında tekrar hortlatma yolunu seçtik; Kapitalist dayatma sonucu tabii. İsraf aldı başını gitti, faiz de enflasyonu doğurdu.
Günümüzde clçiğnenen bu ilke, işçilerin sendika kurma ve toplu sözleşme yapma haklarına tam riayete kadar genişletilebilir. Ancak bu mücadele sadece hak aramakla sınırlı olamaz; aynı zamanda ahlâkî bir duruş da zaruridir. Ne işçi işverene düşmanlık etmeli ne de işveren işçiyi sömürmeyi aklından bile geçirmemelidir. İdeal, dayanışma ve adalet içinde, ADİL bir üretim düzenidir İslam ekonomisi.
İslam’da kazanç helalse değerlidir, ama kazancı değerli kılan esas şey, ona harcanan helal emektir. Bir lokma ekmeğin arkasında bir işçinin alın teri varsa, o ekmek mukaddestir. İşçinin hakkını gözetmeyen devlet ve iktidarlar; duaları eksik, terazileri eğri kalır. Oysa İslam, terazileri doğru tartan, hakların vaktinde verildiği mesut bir cemiyet inşa etmek ister.