Müslüman coğrafyaların ve özellikle Ortadoğu'nun zor bir süreçte geçtiği dönemde bir bunalım hali yaşanmaktadır. Bu halin akla, ahlaka, duygusal ilişkilere, düşünme biçimine yansıması kaçınılmazdır. Gelinen süreçte ya duygusallaştırılmış ya da şiddete odaklanmış bir akılla olayları ve olguları okumaktayız. Müslüman aklın krize girdiği bu evreden yapılan okumalar mevcut durumumuzu izole etmek yerine daha da derinleştiriyor.
Ortadoğu'da şiddet unsurunun yayılmasında hiçbir zaman İslami değerler adres gösterilemez. Bu şiddet olgusunu tetikleyen emperyal güçler ve onların yerel kuklalası idarecilerdir. Müslüman halkların bilgi ve bilinç zaafiyetleri, sorunlu meselelerin mirası da bu şiddeti ve işgalleri kolaylaştırıyor. Küresel güçlerin dünyayı kendi çıkarları ekseninde tasavvur etmeleri ve buna göre dünyayı dizayn etmeleri çatışma ve şiddetin asıl sebebidir.
Bizim topraklarımızda, bizim insanımızla kazananı bize ait olmayan savaşlar yaşıyoruz. Yüzyıllardır sömürüye, işgale, hukuksuzluklara maruz kalan çoğrafyalarımız kolay bir şekilde parçalanıyor, parselleniyor. İrademiz ve onurumuz zedeleniyor.
Sağlıksız rivayet kültürü ve tarihsel çatışmalardan doğan bilgi üzerinden yapılan yorumlar, emperyal güçlerin işini kolaylaştırmaktadır. Emperyal güçlerin en büyük destekçisi çatışmaya müsait yerel ve tarihsel farklılıklardır. Bugün Ortadoğu'da emperyal işgalin kolay zemin bulmasını sağlayan iki unsur vardır. Bunlar Mezhepçilik ve Milliyetçiliktir. Bu iki sorundan dolayı İslam dünyası; hem düşünce hem de güç anlamında gerilemişken maalesef bugün bir çok Müslüman kurtuluşu bu iki akıma İslami renk vererek sürdürmeye çalışıyor. Bunlar üzerine sürdürülen bir varoluş aslında ciddi bir yokoluşu doğuruyor.
Her iki akımda bencildir ve kendisi için doğal olanı başkası için mazur görür. En doğal farklılıklar bile mezhepçi ve milliyetçi zihinlerde kolay savaş malzemesine dönüşebilir. Zira milliyetçilik ve mezhepçilik, karşıtı üzerinden kendisini kopyalar. Yani özgün değildir ve kendi karşıtı üzerinden kendisini inşa eylediği için sürekli başka karşıtlar inşa etme peşindedir. Zira karşıt onun varlığını pekiştirir. Bunun varacağı yer ise üretilmiş düşmanlıklardır.
Bir kaç çıkarcı egemen aklın ürettiği düşmanlığa toplumlar kurban edilmektedir. Bir kaç akla bir toplumun canını verebilmesi için toplumların aklı, çeşitli algı operasyonlarıyla entegre olmadan ve o akıl üzerine kahramanlıklarla dolu çeşitli mitler ve efsaneler oluşturmadan toplumlar sürüklenemez.
Mezhepçilik ve milliyetçiliğin Avrupa'daki süreciyle İslam çoğrafyalarındaki sürecinin aynı sonucu dogurduğunu görmeyenimiz yoktur. Avrupa'da iktidar temelli ama mezhep görünümlü başlayan mezhep savaşları büyük bir travma yarattı. Yıkımların, ölümlerin, şehirlerin talan edildiği bir mezhep savaşının faturası laiklik ve sekülerizm oldu.
Mezhepsel savaşlardan sonra başlayan kurtuluş arayışı milliyetçiliği getirdi. Çatışma toplumunun ve aklının arayışı olan milliyetçilik, kısa süreli bir refah dönemi ve tatminiyet psikolojisi oluştursa da çoğu zaman toplumlar için yeni bir travma ve yıkım oldu. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında bunun bariz sonuçları görüldü.
Avrupa'da mezhep ve milliyet ekseninde başlayan savaşların ağır faturasının topluma yansıması sonucu Avrupa bir arayış içerisine girdi. Bu arayış modern kurumları, akımları ve algıları doğurdu. Maddi anlamda kalkınmış lakin manevi anlamda çöküşe girmiş bir dünyaya dönüştü. Avrupa'daki mezhepsel ve milliyet eksenindeki savaşın faturasının Avrupa'yı taklit eden Ortadoğu için de aynı olacağı aşikardır. Aynı sebeplerin aynı sonuçları verdiği; aynı akıl ve ahlakın toplumları aynı noktaya ulaştırdığı bir hakikattir.
Yaşadığımız bu bunalım ve kaos ortamının daha büyük acılara dönüşmemesi için "Müslüman aklın krizden çıkması" gerekiyor. Bu krizden çıkmanın yolu ise; rivayetler ve tarihsel çatışmalar üzerine inşa edilmiş bir geçmişi sorgulamaktan, mezhepçi ve milliyetçi kimliklerin aklıyla düşünmekten kurtulmaktan geçiyor. Bu bunalım ve kaos ortamında bireyselleşip bir kenara çekilmek yanlış olduğu gibi her yeni akıma göre İslami düşünceyi yorumlamak bir o kadar yanlıştır. Bugünkü bunalımı toplumsal, siyasal ve düşünsel bunalıma girerek değil İslami düşünceyle aşma mücadelesinde olmalıyız.
İmtihan imandandır. Bu yola baş koyanlar elbetteki çeşitli zorluklarla sınanacaktır. Zorluklar ve yokluklar karşısında iman etmiş yüreklere düşen davalarında ve duruşlarında sabretmektir ve mücadelesini yalnızlıga mahkum kılmadan yürümektir... İmtihanımızın imandan oldugunu nasıl biliyorsak ve bu noktada sabrediyorsak hayat içerisinde imtihanımızı sonuçsuz bırakan kendimizden sadır eden sorunlarla, zaaflarla da mücadele etmeyi sürdürmeliyiz. Ya bu deveyi güdeceğiz ya bu diyardan gideceğiz ikileminden kurtulup "deve de bizim diyar da bizimdir" ve biz diyarımıza da devemize de sahip çıkacağız.
Akıbet muttakilerindir.