Bugun...


Mehmet Maksut

facebook-paylas
MÜSLÜMANCA KENDİ GERÇEKLERİMİZLE YÜZLEŞME
Tarih: 31-12-2025 19:29:00 Güncelleme: 31-12-2025 19:29:00


Günümüzde Müslümanlar olarak yaşadığımız sorunlar karşısında çözümü sürekli siyasal bir dil kullanarak konuşuyoruz. Oturup kalkıp İslam’ın siyasallığını gündeme alıyoruz. Bu gündemler ya tarihsel hilafet tartışmaları, ya şeriat hadleriyle ya da ılıman İslam’ın Müslümanlara empoze ettiği devletsiz İslam söylemleriyle şekilleniyor. Siyasal İslam veya İslam’ın siyasallığı en yumuşak haliyle Ak parti veya en sert haliyle IŞID üzerinden değerlendirip sulandırılmaya çalışılıyor. Zira her ikisi de Siyasal İslam’ın öznesi de örneği de olmamalarına rağmen birileri sürekli bu iki örnek üzerinden Siyasal İslam söylemini karalayarak baskılamaya çalışıyor. Bu tartışmaları bir tarafa bırakarak siyasallığın dayanağı olan toplumsallık ve kurumsallık alanında İslamiliğin ciddi bir problemi var.

İlk günden bugüne kadar İslam Dünyasının en temel sorunu değerlerin kurumsallaşamamasıdır! Eğer İslami değerler kurumsallaşmış olsaydı İslam tarihindeki pek çok sorunun yaşanmasına engel olunabilirdi. Mesela Hz. Ömer’in yanlış yaptığımı görürseniz ne yaparsınız diye sorması üzerine bir sahabenin seni kılıçlarımızla düzeltiriz anlayışı kurumsal karşılığını bulmuş olsaydı iktidarın denetlenmesi ve yetki devrinde çok önemli kazanımlar elde edilebilirdi. Bu olsaydı Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve Hz. Ali ile Muaviye arasındaki sorun hiç yaşanmayabilirdi. Değerler kurumsallaşıp sorunları çözecek bir unsura dönüşemeyince meydan bireysel tasarruflara kalmış ve sonuç da böyle olmuştur! Bu mesele hala önümüzde duruyor! Hala en temel meselemiz değerlerimizin sosyal ve siyasi kurumsal karşılıklarını bulamamış olmasıdır!

 Müslümanların kendi inanç değerlerini sosyalleştirme problemi var. Sosyal programlarla, sosyal yapılarla kendi inanç ve ilkelerini sosyalleştiremeyenler siyasallıklarını hangi söylem ve yapılar üzerine oturtmaya çalışırlarsa çalışsınlar zemini olmadığı için kalıcı olmayacaktır. Sosyalleşme noktasındaki en büyük sorun ise “muhafaza veya selefi” gibi İslam’ı kısıtlayıcı iki akıma İslam’ın kurban edilmesidir. Muhafazakâr anlayış halkın sorunlarına duyarsız, sosyal adalet arayışına bigâne belli ibadet ve ahlaki değerlerle sınırlandırılmış bir alana İslamiliği hapsederken Selefilik ise ideolojik sol formatlar gibi bir vakte kadar sürekli kapalı örgüt mantığı ile iktidar karşıtlığı ve hikmetten yoksun metinsel okumalara kendini büründürüyor.

Oysaki İslami mücadelede tüm Risâlet önderleri -bazı zorlu baskı dönemleri hariç-  kendi dönemlerinde mesaj ve yapı olarak hiçbir zaman kapalı kalmamıştır. Vahyin gelişiyle birlikte vahye karşı olan tüm şahıslar vahyin mesajını da vahyin yapılanmasını da görüyordu. İslam’ın her evresinde ve her mesajında insan ve insanın yaşadığı toplumsal, düşünsel, hukuksal açmazları aşma iradesi vardır. İslam hiçbir zaman insanın sorunlarına, acılarına bigâne bir şekilde kendini var kılmamıştır. Slogan ve lider ekseninde insanı ötelememiştir. Malik Bin Nebi’nin ifadesiyle "Bir toplumda liderlerin sloganları, insanların sorunlarından daha çok gündem belirliyorsa, orada insan yok, lider vardır."

Bu anlamda İslam ilahi düşünce doğrultusunda slogan ve lider merkezli değil insan merkezlidir.  İslami düşüncenin doğruluğu mahzenlerde değil mahallelerde; kendi aramızda değil halkın arasında yaşayarak sosyal ve dinamik bir din olan İslam ile buluşturabiliriz. Bu davaya acemi ve aceleci bir ruh ile değil; ferasetli bir irade, fesih bir dil ve doğru yapısal ilişkilerle hizmet edebiliriz.

Yıllarca İslam sosyal bir dindir diyen Müslümanların sosyal hayatta olmaması insanları Müslümanların doğru mesajlarına bile mesafeli yaklaşmalarına sebep olmuştur. Vahyin doğrularını kendi yanlışlarıyla yalnızlaştıranlar, doğrularla da yalnızlıklarını meşrulaştırma gayreti içerisine girerek ya tarihe sığınarak ya da “zaten her vakit doğruların müntesipleri az olmuştur” gibi ifadelerle kendilerini temize çıkarmaktadırlar. Bu bir kaçıştır lakin kurtuluş değildir.

Kendimizden başlamak üzere çok ciddi özeleştiri yapmamız gerekiyorken sürekli geçmişe sığınarak veya mazeretler üreterek bizden kaynaklı sorunlarla yüzleşmiyoruz. Yüzleşmediğimiz her sorun maalesef tekrar tekrar yüzümüze çarpıyor. Müslümanlar olarak geçmişin mutluluğuna sığınmaktan kurtulup geleceğin zorluklarına atılmalıyız.

İslam dünyasında doğum sancısı çeken yeni bir medeniyetin, motivasyonu sadece siyaset olmamalıdır. Yeniden diriliş, İslam’ın bütün alanlarında bir bütünsellik yakalanarak sürdürülmelidir. Yeni bir medeniyet inşası için evvela ilimlerin yeniden inşası şarttır. Bunun için akli ve nakli ilimler şeklinde yapılan önceki tasnifler gözden geçirilerek ilimlerin yeniden tasnif edilmesi, yeni metodolojilerin geliştirilmesi gerekir. Yapılacak ilmi tasnifte ilimlerden herhangi birisini daha faziletli görme alışkanlığı bir kenara bırakılarak, Müslümanların ve insanlığın çıkmazlarına çözüm getirecek bütün ilimlere yeterince önem verilmelidir. Said Halim Paşa’nın “Buhranlarımız” eserinde ifade ettiği gibi “Fıkıh bir bilgi kümesi değil bir anlama ve bilgi üretme yöntemidir. Fizik ilimleri sahasında deney metodu ne ise sosyal ve ahlaki ilimler içinde fıkıh da odur.” Fıkhımızı zamanı ve zemini dikkate almadan nakledilen bilgiler yığını olmaktan çıkarıp zaman ve zemine çözüm üreten metodolojiye dönüştürmeliyiz.

Müslümanlar olarak vahyi yeniden anlamaya ne kadar ihtiyacımız varsa, onu anlayacak aklı da kullanmaya o kadar ihtiyacımız vardır. Yeni ufuklara, okumalara ihtiyacımız var ve her yenilenme başkalaşma-değişme değildir. "İç değişince, dışta değişir.” Bu sebeple, değiştirmeye değişmekten başlamak gerekir. Etrafımızı değiştirmeye çalışmak, şehirlerimizi güzelleştirmeye çalışmak, evlerimizi, ailelerimizi ve giderek çocuklarınızı değiştirmeye çalışmak, kendimizi değiştirmeye başlamaktan geçiyor. İç dünyamız arındıkça ve güzelleştikçe, arınık ve güzel olanları kendimize doğru çekebileceğiz.

Kendi medeniyetimizi inşa etmenin ilk adımı inanmaktır. İnanmak başlamanın yarısıdır. İmani değerlerden bağımsız bir varoluş asla bizim varlık alanımız olamaz. İman; hareket ve düşünce dünyamızın aktif gücüdür. Ümitli olmalıyız.  Karamsar bir ruh ile geleceğe yürüyemeyiz. Malik Bin Nebi’nin “Düşünceler” eserinde ifade ettiği gibi “Medeniyete açılan ilk kapı, sorunlara karamsar değil iyimser bir bakış açısıyla yaklaşabilmemizdir. Zira karamsar bir bakış açısıyla yaklaşmak, onları çözümü imkânsız problemlere dönüştürür. İmkânsızı başarabileceğimizi düşünmek ise abestir. Bu zihniyet biz Müslümanlarda iyice yerleşmiş durumdadır. Bir şeyi neden yapmadığımız sorulduğunda cevabımız hazırdır: İmkânsız.

Aliya İzzetbegoviç’in  “ İslami Deklarasyon” eserinde ifade ettiği bütünselliği yakalamadan hep bir yanımız eksik kalacak. İslam da hayat da bir bütündür. Ne diyordu Aliya;  “Hayatı sadece din ve dua ile değil, aynı zamanda çalışma ve bilimle tanzim etmek gerektiğine inanan, dünya tasavvurunda ibadethane ile fabrikanın yan yana olması gerektiğine izin vermekle kalmayıp talep eden, insanları sadece terbiye etmek değil aynı zamanda onların dünyadaki hayatını kolaylaştırmak gerektiğini düşünen ve bu iki hedefin birbirine kurban edilmesi için hiçbir sebebin bulunmadığı fikrinde olan kimse, o İslam' a aittir.   

Yine “Mekke'ye Giden Yol” eserinde merhum Muhammed Esed’in şu tesbitine her daim dikkat etmeliyiz. İslam’ı bilinçli izlenilen bir hayat programı haline getirmek için yaratıcı dinamizmimiz olmalıdır.  ''Müslümanlar değildi İslam'ı yücelten, büyük kılan; tersine İslam'dı Müslümanları yücelten. Ama ne zaman ki, İslam onlar için bilinçle izlenen bir hayat programı olmaktan çıkıp da bir alışkanlık haline geldi, işte o zaman uygarlıklarının temelinde yatan yaratıcı dinamizm de yok olup yerini uyuşukluğa, kısırlığa ve kültürel yozlaşmaya bıraktı.''

Tanık olduğumuz tarihin gidişatını değiştirebilmek için ölü zamanlardan kurtulmalıyız ve hayata artı değerler katacak programlarla, projelerle gerçek hayata doğru yol almalıyız. Malik Bin Nebi'nin ifadesiyle; "Tarih değişimdir, gelişimdir. Bu yüzden ileriye doğru bir değişim ve gelişim getirmeden geçen zaman ölüdür.”  Ölü fikirlerin, zamanların insanı olarak daha fazla yaşayamayız. Tevhidi, İbadi ve ahlaki bilincimizle yenidünyayı eski yorum ve okumalarla yakalayamayacağımız gibi yeniyi yakalama adına eskimeyen değer ve duruşumuzu değiştiremeyiz.

Geri kalmışlığımızı, eksiklerimizi, yanlışlarımızı gizlememeli bilakis incelemeliyiz. İncelemelerimizi İslami ve insani ilimleri temel alarak çok boyutlu ve köklü yapabilmeliyiz.  Eksikleri, hataları değiştirmek yerine birilerinin veya bir şeylerin hatırına örtüyoruz. Unutmayalım ki toplumsa mücadelede kusurlarla yaşayamaz. Kusurlarla yaşamak karanlığı uzatmaktır.

Kas gücünün yanında kalp gücü, fiziksel uyanışın yanında fikirsel uyanış, tevhidi ilmin yanında teknik ilim olmadıkça Sünnetullah gerçekleşmeyecektir... Düşünsel, yapısal, sosyal ve programsal eksiklerimiz ezilmemizi sağlıyor. Eksikliğimizi gidermedikçe ve halimizi değiştirmedikçe sonuç değişmeyecektir. Sünnetullah tek bir sebebe sarılarak gerçekleşmiyor. Toplum tek bir değer üzerine kuşatılamıyor. Müslümanlar tek boyutlu kalarak geniş dünyayı kuşatamıyor. Pasiflikten, cahillikten bir an evvel kurtulmalıyız. Pasiflik ve cahillik yüzünden çöken medeniyetimizi yeniden inşa edebiliriz.

Seyit Hüseyin Nasır’ın ifadesiyle “Bütün medeniyetler çöktü. Sadece çöküşleri farklı oldu; Doğunun çöküşü pasifken, Batının ki aktif oldu. Çöküşte Doğu'nun hatası düşünmeyi terk etmesidir; Batı'nın hatası ise yanlış düşünmesidir. Doğu doğrular üzerinde uyuyor, Batı ise yanlışlar üzerinde yaşıyor...”

Ölü zamanlardan, öldürücü mitlerden uyanmak duasıyla...



Bu yazı 77 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI