Ortadoğu'da Filistin özelinde tarih hızlı ilerliyor. Bir yandan "ihanet ve işbirliği içinde zalimlerle yol alanlar" diğer yandan "iman, ihlas ve direniş ile geleceğe yürüyenler" var. 7 Ekimde başlayan "Aksa Tufanı" 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Ortadogu başta olmak üzere tüm dünyada yeni bir varoluş hikayesinin başlangıcı olacaktır. Tüm imkansızlıklara, ihanetlere, işbirlikçi kuşatmalara rağmen Küresel hegamonyaya boyun eğmeyen bir avuç inanmış insanın mücadelesi "bereketli hilal" topraklarına tohum, tarihine destan olarak kazındı. Bu hikaye burada bitmeyecek, yeni kahramanlar doğuracaktır. Bu hikaye hak ile batılın netleşmesinde yeni bir milat olacaktır. En güçlü silahlar, en büyük ölümlere yol açabilir lakin "imanın ve direnmenin izzetine ulaşmış ruhları asla teslim alamayacakları" bir kez daha tescil edildi.
Büyük bedeller ödeyen Filistin direnişinin savaş kararının yanında durmak ne kadar önemli ise bunca bedel, baskı, ihanet sonrası aldığı barış kararının yanında durmak da bizim için önemlidir. Hamas'ın kararı "kararımız" , duruşu "duruşumuzdur." Bu minvalde düşmanlarını da dostlarını da en iyi tanıyanlar onlardır. Hamas İsrail'in işgal serüvenini ve siyasetini en iyi bilenlerdendir. Bu anlamda aldıkları kararın başta Filistin halkı olmak üzere tüm direniş cephesine hayırlı olmasını dileriz.
Ali Şeriati'nin ifadesiyle üç cephede savaş var:" 1-Açık düşman 2-Gafil dost 3-İçimizdeki hainler." Biz Aksa Tufanı'nda Gazze halkının bu üç cephedeki savaşına şahit olduk. Aynı zamanda "barış, güvenlik, insan hakları" adına en büyük soykırımların yapıldığına da şahit olduk. Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler eserinde ifade ettiği gibi; "Etnik Kıyımlar hep en güzel bahanelere sığınılarak gerçekleştirilir." Daha önce Bosna ve Irakta, bugün ise Gazze'de yaşanan tamda budur.
İşgal güçleri savaşın başlangıcından itibaren binbir desiseli plan ile amacına ulaşmak istedi. "Hamas'ı yok etme, teslim olma, komşu ülkelere sürülme." Hiçbiri amacına ulaşamayınca barış görüşmelerine başlanıldı. Tâbi barış dedikleri şey; İsrail'in yenilgisini telafi etme ve İsrail'i korumadır.
Bu barış görüşmeleri esnasında en mühim mesele "Silahsızlanma mevzusudur." Bu anlamda İsrail ve ABD'nin tasarladığı, bölge işbirlikçi devletlerin destek verip baskı uyguladığı "silah bırakma" mevzusu asla kabul edilemez. Bu anlamda başta Filistin olmak üzere Müslümanların tarihinde düşmanlarının telkini ve teklifi ile silah bırakmanın bedeli ağır olmuştur. Daha önce Bosna'da silahları "BM'ye teslim edin sizi koruyacağız" diyenler Bosna'da Srebleniska Katliamını yaptı.
Filistin'de İsrail'in kurulmasından sonra İngiltere "Silahları teslim edin barış içinde yaşayacaksınız, güvenliğinizi sağlayacağız" demişti. Daha sonra Deir Yasir katliamları yapıldı.
Dolayısıyla düşmanların siyasetine de barışına da asla güvenilmez. Düşmana karşı gevşeklik, zayıflık anlamına gelecek silah bırakma eylemi Filistin halkı için müzakere dahi edilmemelidir.
Bunların güvencelerine asla güvenilmez. Herşey İsrail'in güvenliği için yapılıyor. Bölgede "ABD'nin tek derdi ve dostu İsrail'dir." İsrail'in güvenliği için tüm bölge dizayn edilip yerle yeksan ediliyor. İsrail'e her türlü silahlı mühimmatı verenler, müslümanların elindeki silahı savaş ve güvensizlik nedeni sayıyor. Orantısız güç farklılığı olmasına rağmen Müslümanların elindeki silahtan korkuyorlar. Komşularına her gün saldıran bir İsrail varken komşularıyla iyi geçinme sorumluluğu müslümanlara yükleniyor. Saldırgan ve işgalci tarafı sürekli silahlandırıp mazlumları silahsızlandırmak onları İsrail'e yem etmektir. İşgali kolaylaştırmaktır. Aynısı yüzyıl önce Mondros Ateşkes anlaştmasının 7 maddesinde bu topraklar için uygulanmak istendi.
Katilleri, zalimleri, mücrimleri kollayan bir barış antlaşmasında Hamas'ı ve Hizbullah'ı silahsızlandırma ihalesinin bölge işbirlikçi devletlerine verilmesi de utançtır. Bu utanç Gazze'de uygulanan mezalimi engelleyememenin utancından daha beterdir.
Hamas'tan silah bırakmasını istemek İsrail'i silahlandırmakla eşdeğerdir. Hamas ve Hizbullah'ı silahsızlandırmak İsrail'i silahlandırmakla eşdeğer bir tutumdur. "Hamas ve Hizbullah silahı bırakıp siyaset yapsın diyenler" Hamas ve Hizbullah zaten siyasetini icra ediyor. Düşman silahla siyaset yaparken sizde silahla yaparsınız. Sizinle savaşırsa sizde onlarla savaşırsınız. İsrail'le savaşamama korkaklığını siyasi kurnazlıkla örtmeye çalışmayın.
Bölgede tek sorun İsrail iken tüm çözümler İsrail'e göre yapılıyor. Bunu görmeyecek kadar körleşmek ihaneti kabul etmektir.
"Hamas ve Hizbullah silahlarıyla, güçleriyle bir yere kadar İsrail'le savaşabilir" eleştirisini anlarız. Lakin bu eleştiri olanı daha da güçlendirmek, desteklemeye götürmelidir bertaraf etmeye değil.
Hamas'a silah bırak, kendini fes et, Filistin halkını bölge ülkeleri korur" diye akıl verenlere de akıl vermemek gerekir.Bölge ülkeler kendilerini ne kadar koruyabiliyor ki Filistini korusunlar. Bu tür söylemler teslimiyetin, korkaklığın demogojisidir. Ortadoguda İsrail'e karşı silahını bırakanlar bir daha silah tutamamıştır.
ABD ve İsrail'e güvenilemeyecegi gibi onun yörüngesine girmiş kuklalara da asla güvenilmez.
Siz İsrail'le karşı karşıya gelmekten ne kadar kaçınırsanız kaçının İsrail sizinle karşı karşıya gelecek ve sizinle hesaplaşacak. Bugün kaçtığınız bu hakikat hem İsrail'i güçlendirecek hemde sizi zayıflatacak.
İstediğiniz kadar Amerika'nın dostu olmak için kendi iktidarlarınızı, imkanlarınızı, topraklarınızı Amerika’nın emellerine peşkeş çekin asla siz dost olmayacaksınız. ABD'nin dostu yoktur çıkarı vardır. Bu çıkara çark olduğunuz sürece korunursunuz. ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissenger'in ifade ettiği hakikati idrak etmenin vakti geldi geçiyor: "Amerika'nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir, ama dostu olmak ölümcüldür. Amerika iki sebeple güçlüdür. Birincisi ülkesindeki vatan hainlerini bulur, öldürür. İkincisi de diğer ülkelerdeki vatan hainlerini bulur ve kullanır."
Gazze'nin direniş ruhunu teslim alamayanlar direnişi "direniş ruhu olmayan, İsrail'in kukla valisi olacak" bir devletle engellemeye girişiyor. Filistin devletinin kurulması önemlidir. Lakin nasıl bir Filistin devletini tanıyacaklar?
Biz İsrail'e hizmet edecek bir Filistin devletini değil İsrail'i hezimete uğratacak bir Filistin devleti İstiyoruz. Ortadogu'da İsrail'in yanında yer alacak yeni bir devlete değil İsrail'in karşısında hesap soracak bir iradeye, direnişe, devlete ihtiyaç var.
İsrail'e hizmet eden her türlü plan hezimettir. Bu planda yer alanların kavli, kavmi, mezhebi, mektebi, merkezi neresi olursa olsun fark etmiyor. Düşmanına hizmet ederken Amerika'nın övgüsünü almak "övünç değil utançtır." İslam coğrafyalarındaki bu kan gölünün katilleri sizden "razı değil rahatsız" olmalıdır. Bugün ABD politikalarına işlerlik kazandırdığınız için duydugunuz "dostluk" sözcükleri birer algı ve aldatmadır. Yine Henry Kissenger'in ifadesiyle:
"Önemli olan neyin doğru olduğu değildir. Önemli olan neyin doğru olarak algılandığıdır. Bir șeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir."
İşbirlikçi rejimler Amerikayı kendi ülkelerinde sözde 'kınıyorlarken" Amerika'ya gidince kınadıklarını kahramanlaştırıp sözüne kanıyorlar, kutluyorlar. Düşmanın bir iki methiyesi için metres olmayı marifet sayıyorlar.
İşgalci Batı'nın rahminde şekillenmiş, ruhuyla büyümüş, aklıyla düşünmüş bu iktidarlardan dolayı başımıza gelmeyen kalmadı.
Kendi katillerini besleyen, kendi tecavüzcülerine aşık olanların muktedir oldugu bir coğrafyada "varolmanın bedeli" ağır oluyor. En canlı şahidi Gazze'nin hali ortada. Filistinli bir yetkili katılmış olduğu bir canlı yayında şu sözleri söylemişti;
"Bizler şimdiye kadar, İslam ülkeleri ve Arap Devletleri bizleri yalnız bıraktı diye sitem ediyorduk, halbuki günün sonunda gördük ki onlar bizleri yalnız bırakmadılar. Keşke bizleri yalnız bıraksaydılar, keşke bizleri düşman ile baş başa bıraksaydılar, keşke bu savaşın bir tarafı olmasaydılar. Ve gördük ki bu devletlerin her biri İsrail'in emellerine hizmet eden bir söylem ve tavır aldılar ."
Bu ayeti bu süreçte bizlere yaşat Rabbim!
"Kalplerinde hastalık bulunanların “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların DOSTLUKlarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Belki de Allah müminlere katından bir fetih veya başka bir başarı getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar." Maide Suresi 52
(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için planlar yapıp tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
(Enfâl, 30)
"Ümmetin umudu, lideri" gibi ifadelerle anılan Türkiye, Gazze imtihanında bölge ülkeler gibi bence imtihanın hakkını veremedi. İsraille siyasi, ticari işbirliğini kesmediği gibi Çifte vatandaş olup İsrail'e gidip savaşanların yargılanmasını isteyen tasarıyı bile meclise getiremedi. Sumud özelinde Türkiyedeki halkların çabası bile sahiplenilmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında "Sumud Filosu, Gazze’deki vahşetin ve İsrail’in katliamcı yüzünün bir kez daha tüm dünyada görülmesini sağlamıştır." diyerek meselenin tespitinden öteye geçmeyecek ifadelerle olaya yaklaşmıştır. Oysaki mesele katliamcı yüzlerin görülmesi değil DURDURULMASIDIR. Eger bu katliamcı yüzler durdurulmazsa daha çok görülecektir. Ve bugün Gazze'de görülen bu yüzler yarın İstanbul'da görüldüğünde bir çok şey için çok geç kalınmış olacaktır. Demem o ki; İşbirlikçilik, iktidarsızlık sadece Arap rejimlere özgü değildir. İran ve Yemen hariç tüm bölge ülkeleri içindir.
Sumud filosundaki kardeşlerimizin sağsalim ülkemize dönmesi önemlidir. "Başarı" ise onları sağsalim ülkeye getirmek değil amaçları olan Gazze'ye ulaştırmaktı.
Sumudu Gazze'ye yetiştirmek için siyasi çabalar zayıf kaldı. Halkın çabası bir yere kadardır. Siyasi iktidar gücünüz yoksa çabanızla bir gemi yiyecek bile ulaştıramıyorsunuz.
Bunca acıdan sonra Hamas'ın kararı ne olursa olsun kazanmıştır. İmtihan hep zaferle kazanılmaz. Zafer sadece sayılarla ölçülmez.