Filistin meselesine dair neredeyse altını doldurarak konuşacak kimse kalmadı. Kimi kulaktan duyma söyleşiler üzerinden hareket ederken, kimi de tarihi ve dini gerçekliği gizleyerek konuşmaktadır. Birçok meselede hakikatin üstünü örtükleri gibi bu meselede de örtmektedirler. Biz, İslâm düşünürlerimizden herhangi bir mevzu değerlendirildiğinde, vaka, delil ve illet üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini işittik. Binâenaleyh Filistin meselesini değerlendirdiğimizde de Müslümanların onun üzerindeki hassasiyetlerinin sebebini, bu hassasiyetlerinin onlara yüklediği sorumluluklarını başta tutarak ele almamız gerekmektedir. Zira akaid-i İslam’da meseleler evvelâ ahkâm-ı İslam’a taşınır, daha sonra ahkâm-i İslam’ın kontrolünde dünyevî yönü ile ele alınır. Bu çerçevede ele aldığımızda, Kur’an’ın Filistin bölgesi hakkındaki buyrukları nelerdir, Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu bölgeye yaklaşımı nasıldı ona bakmalıyız. Akabinde sürekli bu bölgede ısrarcı olan Ben-î İsrail’in maksadını, ilk olarak Filistinlerin, sonra Yahudilerin, daha sonra Hz. Dâvûd (a.s)'un, daha da sonra Hz. Süleyman (a.s)'ın buradaki varlığını ve inşa ettiği mabedini, Romalıların hakimiyetini, Bizanslıların bu bölgeyi tekrar ele geçirmesini, Hz. Ebubekir'in buradaki fethini, Emevî ve Abbasilerin, daha sonra Selçuklu ve Eyyubiler" ve en önemlisi Osmanlı Devleti'nin rolünü, Siyonizm’in kuruluşu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı esnasındaki rolünü, devlet çalışmalarını ve nihayetinde İsrail'in ulus devlet yapılanmasını, Filistin halkının direnişini, coğrafik olarak durumunu, komşu ülkelerin şu anki rolünü, tarihteki önemini tarihçilerimizin delillendirdiği tarihi vakalar üzerinden ele almalıyız. Kur’an’ın birçok ayetinde Mescid-i Aksa’ya atıfta bulunulmaktadır. Özellikle İsra Suresi’nin1. Ayetinde Mescid-i Aksa ve çevresinin kutsiyetine önemli derecede değinilmektedir;
Kulu Muhammed'i bir gece Mescid-i Haram'dan yola çıkararak, kendisine bazı
Mucizelerimizi gösterelim diye, çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa'ya ulaştıranAllah, her türlü noksanlıktan uzaktır. O her şeyi işiten ve her şeyi görendir (Kur’an,İsra, 1). Mescid-i Aksa hadislerde de kayda değer şekilde yerini almaktadır. Berâ bin Âzib radıyallahuanh, Mescid-i Aksa’nın İslamiyet’in ilk dönemlerinde bir ibadet mescidi olarak ne denli önemli yere sahip olduğunu şöyle aktarmaktadır;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile on altı veya on yedi ay kadar Beyti'l Makdis’edoğru namaz kıldık. Sonra Kâbe’ye döndürüldük (Müslim, 525). Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah (s.a.v)'ın şu sözleriyle Mescid-i Aksa’nın önemineatıfta bulunduğunu rivayet etmektedir:
Üç mescit dışında hiçbir mescid ziyaret için yola çıkılmaz. Benim bu mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa (Müslim, Hac, 511). Yukarıdaki ayet ve hadislerde ve hata daha birçok ayet ve hadislerin de olduğu bu mevzuda anlaşıldığı üzere, tevhidi temsil eden üç mescitten biri olan Mescid-i Aksa itikadi önem taşır. Allâh'ın (c.c) oraya mukaddes demesinin elbette birçok hikmeti ve sebebi vardır. Nice peygamberin zuhur ettiği ve işkence gördüğü bu belde, iman meselesi hâline geldiği için kıyamete dek bütün Müslümanların şerefi ve haysiyeti olmuştur. Meseleye bu minvalde yaklaşmayan Müslüman bireyler pek âlâ kirli siyasetin oyunlarına gelebilir ve çoğu zaman farklı cümleler de kurabilirler. Mesela, biri kalkar “Efendiler! Onlar da toprak satmasaydı” der. Ya da bir başkası “Efendiler! Filistin meselesi bizim meselemiz değil, Araplar sahiplenmeli”. Başkaları da bu minvalde konuşabilir. Bu gibi söylemler, esasında çok daha farklı gelişen bu toprak meselesi üzerinden Müslüman halkın avam kesiminin odak noktasını değiştirebilir. Hâlbuki işin temelinde bütün Arap dünyası, Mekke, Medine ve Mescid-i Aksa'ya yüz çevirse de orası biz Müslüman olan kimselerin onurudur, haysiyetidir, imanıdır. Vaktiyle sizden, birbirinizin kanlarını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair de söz almıştık. Siz de kabullene geldiniz. Hâlâ da(buna) şahitlik ediyorsunuz (Kur’an, Bakara 84). Yahudiler Allah’a verdikleri bu sözü bozmakla kalmayıp, Hz. Zekeriya, iffetli validemiz Hz. Meryem, Hz. İsa ve daha birçok peygamber ve Allah’ın salih kullarına zulmeden bu kavim, Medine döneminde aynı ihanet ve hilelere devam etmiştir. Ben-î Kaynuka, Ben-î Kureyza ve Ben-î Nadiroğulları’nın da verip döndüğü sözleri neticesinde Hz. Peygamber kendileri hakkında hükümler vermiştir. İşte bu kavmin bu tür hilelerini gören dünya halkı, yaklaşık iki bin yıl boyunca kendilerine toprak vermemiş, bu nedenledir ki bir devlet sahibi olamamışlardır. Milattan önce XI yüzyılın sonlarında bölgedeki kavimler ve Filistinliler ile savaşıp ilk devletini bu bölgede kuran Yahudilerin devleti, sonralarında Hz. Dâvûd (a.s) ve Hz. Süleyman (a.s) krallığı ile devam etmiştir. Ancak Hz. Süleyman (a.s)'ın vefatından sonra devletleri ikiye bölünen Yahudiler, daha sonra azınlıkta kalarak bir daha kendilerini toparlama fırsatını bulamamışlardır (Karaköse, 2018, s. 2). Sürekli azınlıkta kalan Yahudiler, "Almanya, Fransa İspanya ve İngiltere tarafından sürekli sömürülmüşlerdir. Bir ulus devlet olmadan bu sorunun bitmeyeceğini anlayan Yahudilerin önde gelenleri, Theodor Herzl’in 1896’da başlattığı Siyonist akım ile tekrardan Filistin bölgesinde bir Yahudi devleti kurma emmelerini başlatmışlar ve burada ilk olarak toprak alışverişlerinde bulunarak Yahudi ulus devletinin temelini atmışlardır. Ciddi ekonomik güce sahip olan Yahudiler, Filistin'de emellerine kavuşmanın önündeki en büyük engel olarak Osmanlı Devleti’ni görmüşlerdir. Beş sene boyunca bu mevzu içinSultan2. Abdülhamit ile görüşüp Filistin'de kendilerine toprak vermeleri karşılığında Osmanlı Devleti'nin borcunun %80’i karşılayacaklarını söylediler. Nihayetinde bu görüşmelerde olumlu sonuç alamayınca, başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde yaşayan Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerini teşvik etmişlerdir. 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Filistin bölgesinde bir Yahudi yurdunun kurulmasını desteklemiş, savaşı sonrası çöken Osmanlı Devleti’nin yerini manda sistemiyle almasıyla birlikte bu politikasını gerçekleştirmek için birçok girişimde bulunmuştur. İngiltere’nin Yahudi yurdu politikasına karşı çıkan Filistin halkı, bölgede her daim Filistin temelli tek devlet politikasını savunmuşlardır. 2. Dünya Savaşı sonrası yaşadığı ekonomik zorluklar ve Filistin’de bitmek bilmeyen sorunlar sebebiyle İngiltere bölgeden çekilmiş, hemen akabinde de Siyonistler bir Yahudi ulus devletinin kurulduğunu ilan etmişlerdir. Ancak bu Siyonist devlet, o günden bugün eğer ek nüfus olarak azınlıkta olmaları gerekse de toprak genişletme politikasını benimsemesi sebebiyle burada yaşayan Filistin halkını ya yerinden çıkarmaya zorlamış ya da katletmiştir. Filistin bölgesinin tarihsel ve dini olarak kendilerine ait olduğunu ileri süren Yahudilerin inancına göre, Mescid-i Aksa yıkılıp yerine üçüncü kutsal Süleyman Mabedi inşa edilecek (Demir, 2020, s. 21-22). Böylelikle beklenen Mesih gelecek, yeryüzündeki tüm uluslar kendilerine hizmet edecektir (Demir, 2020, s. 13-16).
Ancak hakikat olan şudur ki, bu bölge bir tevhit yurdudur. Bu yurtta Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük bir savaş çıkacak, ancak her bir nesne, her bir cisim Yahudilerin karşısında yer alacaktır. Birçok sûre-i celile de bu kavmin şükürsüz, azgın ve zalim bir kavim olduğunu, defalarca işittik. Veyl olsun o kimseye ki Rablerinin buyruklarına kör sağır ve dilsizdirler. Vesselam.
Fâ`ik Enes DEMİR
KAYNAKÇA
Demir, F. (2020). İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Faaliyet Gösteren Siyonist YerleşimHareketleri: Gush Emunim, Yesha Konseyi ve Tepe Gençliği Hareketi. Yüksek Lisans Tezi.
İstanbul: Marmara Üniversitesi. Karaköse, H. (2018). Filistin ve Kudüs meselesine genel bir bakış (XIX. yüzyılın ortasındanXX. Yüzyıl ortalarına kadar), Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(2), 150-165. Kur’an, İsra, 1
-, Bakara, 84
Müslim, Hac, 511
-, 525