Şu dar-ı dünyada öğrenebilecek çok şey olduğu gibi, okunabilecek çok kitap da vardır. Neyi öğreneceğiniz, neyi okuyacağınız artık o size kalmıştır.
Elbette ki Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı azimüşşanı okumak, anlamak en önemli kitapların başında gelir, ama o ilahi kitabı derin manalarıyla anlayıp yaşamak da kolay değildir. Çünkü Kur’an bir eczane gibidir, herkes o eczaneden ihtiyacı olanını almalıdır, ama eczaneden dahi her kişi alelade ilaç almaya kalkışmadığı gibi Kur’andan da kişi istediğini bulmakta zorlanır.
Nasıl ki eczacı reçeteye bakarak hastaya ilaç veriyorsa Kur’an eczanesinde de ilim ve hikmet ehli insanlar ancak manevi hastalıklarımıza derman olacak mesajları çıkarabilirler. Asrımızda bu konuda ön plana çıkan eserlerden Risaleyi nur seçkin izahatlarıyla dikkati çekiyor. Üstat Bediüzzaman’ın aracılığıyla insanlığa bir hediye olarak verilen bu eserler gerçekten işi bilen, ehil kimselerden dinleyince insanın kalbi mutmain oluyor.
Ben şu anda (Temmuz’un ilk haftası 2024) Öğretmen Okuma Programındayım, Risaleyi Nur külliyatından İşarat-ül icaz adlı eseri okuyor, okudukça yeni şeyler öğreniyor, ruhen huzur buluyorum. Programın sonunda inşallah bir yazı ile kazanımlarımı siz değerli okuyucularımla paylaşacağım.
Bu yazımda mütalaalı bir dersten aldığım feyzi sizinle paylaşmak isterim.
Üstat Bediüzzaman bir hayal üzerine insanın hayat içindeki acziyetini anlatıyor.
23.Sözde özetle diyor ki;
Bir de baktım ki iki yüksek dağ arasındayım, iki dağı birbirine bağlayan dehşetli bir köprü var, köprünün altı pek derin, etraf kap karanlık. Sağ tarafıma baktım büyükçe bir mezaristan, sol tarafa baktım o zulmetin içinde azim fırtınalar. elimdeki feneri yaktım bir ne göreyim köprünün sonunda ejderhalar, aslanlar ve canavarlar var. Keşke feneri yakmasaydım hiç olmazsa bu tehlikeleri görmezdim dedim, o haleti ruhiye içinde feneri kırdım, bir de baktım etraf aydınlandı.
Baktım ki, o köprü düz bir arazide, ova içinde düzgün bir cadde… Mezaristan, bir yeşillik ve manevi bir mesire alanı, Allah dostlarının zikir ve sohbet yeriymiş. sol tarafımda gördüğüm fırtınalar, dağdağalar ise gayet güzel seyrangahlar ve ötesinde iştah kabartan ikramlar var. o canavarlar, ejderhalar ise, deve, öküz, keçi gibi evcil hayvanlarmış. Tabi rahat bir nefes aldım.
Peki bana o sıkıntılı hali biran yaşatan fener neydi? İşte burası çok önemli dostlar!
Benlik duygusu,
Akla olan aşırı güven,
Vahiyle olan irtibat eksikliğiymiş.
Bu mihnet diyarında benlik duysu ile hareket eden hayatını zorlaştırır, boyunu aşan işlerin atında kalır, kendisiyle de, çevresiyle de barışık olmaz, hâlbuki ben yerine biz deyip huzur içinde yaşaması varken bu benlik duygusunu tercih etmesi akıl işi değildir.
Evet insan akıllı bir varlıktır, ama o aklını makul bir dairede kullandığı sürece ona huzur kazandırır, tıpkı maksimum 50 kilo taşıyabilen omzuna 1050 kilo yükleyip artında ezileceği gibi aklını aşan işlerle uğraşırsa o ilahi nimet olan aklı ona huzur yerine, hüzün getirir.
İnsanoğlu ruhu ile insandır, ruh ise elle tutulmaz, gözle görülmez, yani metafizik bir değerdir, öyle ki yüce Allah ruh hakkında insana bilgi vermeyip Peygamberine(sav)’e “deki ruh Rabbim tarafından gelen bir şeydir” buyuruyor. O zaman metafizik ile, yani semavi, samedani bilgiyle yani vahiyle irtibatınızı kesmemeliyiz.
Allah(cc) bir ayette:”Allah iman edenlerin velisidir, onları karanlıktan aydınlığa çıkarır” buyuruyor. O zaman Allah’a güvenip yeryüzünde huzur içinde yaşamak en doğrusudur.
İşte yukarıda dile getirdiğim, enaniyete misal olan o sünük el fenerini kırınca ve ilahi ilme, itimat edip vahye sırtımı dayayınca birden fizik ötesini fark ettim, bana bir umut ve güven geldi.
İşte böyle dostlar, tercih sizin isterseniz kendini aşarak hayattaki teavün ve tesanüd içinde rolünün gereği tevekkül ile yaşamayı tercih edeceksiniz ki bu da o elindeki feneri kırmakla olur, ya da ene, ene… deyip boyunu aşan işlerle uğraşır hayatı kendine zindan edersiniz, Üstad Bediüzzaman veciz bir tarzda bu hakikati orta yere sermiş, ama cüzi irade gereği tercih sizindir/bizimdir.
Unutmayalım benlik duygusu; kibrin, hasedin, huzursuzluğun anasıdır.
Selam ve selametle kalın.