Yaklaşık bin yıl öncesinde Anadolu’da meydana gelen bir karşılaşma ve tanışma…
Devamında 1071 yılında Malazgirt’te girilen savaşla gelen zafer… Ve derken başlayan bir yolculuk… Bir yıl değil, on yıl değil, yüz yıl değil, 900 yüz küsur yıldır süren ve üç kıtaya yayılan bir yolculuk…
Gerçekten de takdire şayan bir yolculuk ve bütün eksikliklerine rağmen onur duyulacak bir kardeşlik. Onlarınki adeta ayrılmamak üzerine yapılmış bir ittifak ve sadakat üzerine edilmiş bir yemin idi.
Mağlup olarak ayrıldıkları Birinci Dünya Savaşı ve akabinde kanlarıyla kurdukları yeni devletleri, namı diğer Türkiye Cumhuriyeti... Ancak tam da yaralarını sarıyorlarken, yedikleri inkâr darbesi, onların geleceğe dair ümitlerini de kursaklarında bıraktı. Gerisi malum…
Haddizatında bir insanlık suçu olan bu inkâr politikalarının hem madden ve hem de manen tahribatını varın siz hesaplayın…
Geçen yüz yıl içinde özlemini duyduğumuz barışı ve güveni sağlamak makamında olan yöneticilerimiz de sorunu çözmek yönünde çabalayacaklarına, maalesef ezici çoğunlukla ihtiraslarına yenik düştüler… Aralarında samimi olanlar da yok değildi. Ama onların da güçleri yetmedi.
Şimdi yeni bir sürece şahit oluyoruz. Gördüklerimiz ve duyduklarımız eğer bizi yanıltmıyorsa, devlet gasp ettiği hakları iade edecek ve PKK da silah bırakacak…
Peki, ya taraflardan biri veya her ikisi de cayarsa…
Masada vatandaşlarının bazı haklarını gasp etmiş ve yüz yıldır elinde tutan devlet ve onun gibi düşünen kurumlar ve şahsiyetler. Kürtlerin haklarını almak iddiasıyla yola çıkan ama Kürtlerin değerleriyle savaşan PKK ve onun gibi düşünen yapı ve şahıslar var… Fakat önceki girişimlerde de olduğu gibi, millet yok! Millet de çoğunluk itibariyle Müslüman olduğundan, masada Müslüman olmadığına hükmedebiliriz. Hâlbuki masada millet de olmalı, hem de inancından milliyetine ve diline kadar bütün özellikleriyle birlikte.
Evet, bu olumsuzluklar var, ama şu da bir gerçektir ki, Müslümanlar da irili ufaklı çabalarını her geçen gün yoğunlaştırıyorlar. Mesela, son haftada, Kadim Aşiretler Federasyonunun ev sahipliğinde, yüzlerce aşiretin temsilcilerinden ve kanaat önderlerinden oluşan 400 şahsiyetin Van’da ve onlarca şahsiyet “Müslüman Aydınlar” imzası ile İstanbul’da barış için toplandılar. Bu hafta da HÜDA PAR’ın Diyarbakır’da “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı” var.
Sözün burasında kendimize bir özeleştiri yapmadan da geçemeyeceğim…
Bu zulümlerde bizim de payımızın olduğu şüphesizdir. Mesela, devletin inkâr politikalarına hakkıyla ve layıkıyla karşı koymuş değiliz. Öte yandan 40 yıl öncesinde Kürtlerin arasında Allah’ı inkâr olayları yok denecek kadar az iken, son 40 yılda kendilerini Sosyalist, Laik, Ateist vs. olarak tanımlayanların sayılarının yüz binlerce olmasında biz Müslümanların payı ne kadardır?
Bir Müslüman düşünün ki, Allah’ın ayetleriyle savaş halindedir. Buna dair çokça örnek var, konumuzla ilgili olması nedeniyle Müslümanların dil yasağına ve dile sınır konulmasına sessiz kalmaları ve hatta bazılarının bunu tasvip etmeleridir.
Mesela, istisnalarını tenzih ederek söyleyelim. Bugüne kadar aydınlarımızdan âlimlerimize, Diyanet ve İlahiyat Camiasından üniversitelerimize, siyasetçilerimizden sanatçılarımıza ve gazetecilerimize kadar Allah’ın ayetleri ile pasif veya aktif olarak savaş halindedirler. Dilimizden düşürmediğimiz kardeşliğimizin hakkını da vermiyoruz.
Oysa onlar “ülkemizin bölünmemesi ve toplumumuzun birbirine düşmemesi” gibi gerekçelerle Kürtçeyi yasaklar veya kısıtlarken, bizim gerçekleri haykırmamız gerekmez mi?
Son sözlerimiz de barışın diline dair olsun. Yekdiğerimizin haklarına saygı duyalım… Ki Erciyes’ten Ağrı’ya dağlarımıza bahar gelsin. Ki ağıtlarımız ve beddualarımız değil, dualarımız ve türkülerimiz birbirine karışsın…