Gazze... Haritanın bir ucunda küçücük bir belde belki, lakin yeryüzü mazlumlarının kalbinde devleşmiş bir direniş otağı. Gazze… Kudretin mihengine vurulduğu, sabrın sınandığı, takvânın tahkim edildiği mukaddes bir diyar. Haritada bir nokta kadar yer kaplasa da yeryüzü mazlumlarının gönlünde bâsit bir mahal değil, bir izzet nişanesi, bir mücadele destanıdır. İslâm’ın sancaktarı gibi duran bu mukaddes topraklar, asırlardır mazlumların sığınağı, zalimlerin korkulu rüyası. O topraklarda doğan çocuk, daha kundaktayken cihadın rüzgârına sarınır. Çünkü Gazze’nin çocukları, beşikte değil barikatta büyür; oyuncakları taş, örtüleri duman, masalları destan, şarkıları tekbir olur.
Bu diyarın çocukları, beşikte değil barikatta büyüdüler. Onlar için ninni, bombaların uğultusuydu. Oyuncakları toprak, örtüleri duman... Lakin o dumanların arasından kalbi kevser gibi berrak, gözleri iman gibi parlak bir nesil yürüdü. Bu çocuklar, esaretin koynunda değil, hürriyetin haykırışında büyüdü. Her yetim göz, bir ümmetin uykusuna sancı oldu. Her küçük yürek, bir kalenin taşına dönüştü.
Gazze’nin çocukları, izzetin ne demek olduğunu, vefât eden kardeşleriyle öğrendi. Bir yetimin gözyaşı, ümmetin vicdanına mühürdür aslında. Onlar, hayatı “şehâdet” kelimesiyle selâmlayan, ölümü bir vuslat bilen bir inancın mâbedinde büyüdü. O çocuklar ki, oyuncak yerine taşla oynamayı öğrendi. Lakin yüreklerinde nefret değil, tefekkür büyüdü. Medrese-i Yusufiyye gibi evlatlar yetişti Gazze’nin harabelerinde. Hafızlıklarını bombaların gölgesi altında tamamlayan, şuurunu dertle yoğuran bu nesil, sabırla perçinlenmiş bir kaleye dönüştü.
Gazze’nin çocukları, musibeti medrese bildi. Çünkü onların hocası çile, kitabı Kur’ân, mektebi ise harabe olmuş mescidlerdi. Zira bilirlerdi ki; asıl ilim, imtihanda kemâle erer. Onlar, mazlûmiyetin içinde îmanın yüceliğini yaşadılar. Her çatlamış ayaklarında Kudüs’ün toprağından izler taşıdılar. Anladılar ki, sabır sadece tahammül değil; bir duruş, bir tavırdır.
Bir milletin kalbinde iman var ise, bombalar kaleleri değil, ancak enkazın üstüne secde eden dizleri bulur. Gazze, asrın haritasında bir yürek yarası, bir sabır menzili, bir yetim yatağıdır. Lâkin bu yetimler öyle yetimlerdir ki; gözlerinden yaş değil, vakar damlar. Zîrâ onların terbiyesi, analarının dizinde değil, mahzun sokaklarda, infilâklar eşliğinde, Kur’ân’ın sînesinde pişmiştir. Zulme müteallik her an, Gazzeli çocuklar için yeni bir şafaktır. Her sabah, başlarını taşlara yaslayarak uyandıkları toprakta, semâya ellerini açarlar. Feryâd değil, hamd yükselir dudaklarından. Zira onlar bilirler ki; “İnnallâhe meassâbirîn” sadece bir âyet değil, yaşam pusulalarıdır.
Hangi milletin evlatları, her gün şehit cenazesiyle sabaha uyanır da hâlâ “elhamdülillah” diyebilir? Lakin bu çocuklar diyebiliyor. Çünkü onların mayasında sabır var, şuur var, sadakat var. Her karanlık gecede, yıldız gibi parlayan bir bakış var. Belki okul yok, belki defter yok ama zihinleri, âyetlerle donatılmış. Belki ellerinde kalem yok ama her avuç, bir duâya mühürlü. “Yahu bu şuur nereden geliyor?” diye sormak gerekmez mi?
Sahabe ahlâkı, bu çocukların gönlüne öyle sinmiş ki, Nübüvvet mektebinden feyz alan bu ruh, yıkıntılar arasında secdeyi terketmeyen bir kuşağa dönüşmüş. Sîrâcü’l-münîr olan Efendimiz’in (sav) izinden giden bu yavrular, gözyaşlarını ümmetin uyanışı için akıtırlar. Bombalarla sarsılan evlerinin altında ezilmedi onların izzetleri. Çünkü imanla yoğrulan bir kalp, zelzeleden yılmaz. İmanın kaleye dönüştüğü yerde, akıl başka çalışır. Zulüm büyüdükçe, vicdan derinleşir. Çocuk yaşta kaybettiği babasının yerine Allah’a sığınan bir evlat, zulmü değil, Rabbin rahmetini tefekkür eder. Zira onlar bilir ki, zalimin hükmü geçicidir. Ve hakkın olduğu yerde sabır, zafere gebedir.
Bir çocuğun elleriyle tuttuğu Kur’ân, bir orduya bedel olur kimi zaman. Çünkü o Kur’ân, onların gözyaşlarıyla yıkanmıştır. Yetimlik onların alnında bir yazı değil, izzetle yazılmış bir berat gibidir. Bugün Gazze’nin çocukları; adı bilinmeyen kahramanlardır. Onlar görünmez sancaktarlar, suskun mücâhidlerdir. Her biri bir kale, her biri bir dua gibi ayakta durur. Kimi zaman annesinin kucağında, kimi zaman enkaz altında... Ama hep başı dik, kalbi temiz, dili Kur’ân’dadır. Bütün dünya unutsa da onları, Melekler unutmaz. Onlar için semâlar ağlar. Ve her bir yıldız, onların adını fısıldar gecelere. Çünkü Gazze’nin çocukları, öylece çocuk değil, bir ümmetin umudu, bir neslin izzetidir. Onlar ki, bombaların kıyısında umut yeşerten nesillerdir. Daha alfabenin “elif”ini öğrenmeden “şehâdet” kelimesinin mânâsını idrâk ederler. Okula gitmek için değil, enkazdan kardeşini kurtarmak için koşan ayaklardır onlar. Lakin en çok da sükûtun diliyle konuşurlar. Çünkü feryat çoktur ama Gazze’nin çocukları feryâdı bile secdeye döker.
Her biri bir yetimdir; lakin bu yetimlik, eksiklik değil, bir izzete mebnîdir. Zîrâ Resûl-i Ekrem’in (sav) yetimliğiyle yoldaş olmuşlardır. O çocuklar ki, aç kalırlar da îmandan taviz vermezler; çıplak kalırlar da vakarlarını yitirmezler. Harâbenin ortasında saf saf namaza duran bu nesil, asr-ı saâdetin çocuklarını hatırlatır. Nitekim Mus’ablar gibi, Zeydler gibi, Üsame’ler gibi dimdik ayakta dururlar. Zulmün tahakküm ettiği coğrafyada böyle bir metânet nasıl mümkündür? Bu sorunun cevabı, Gazze’nin mânevî iklîminde gizlidir. Zira onlar öyle bir îmânla yoğrulmuştur ki; hâneler yıkılsa da yürekler yıkılmaz. Çünkü o yüreklerde Rahmân’a teslimiyet, Rasûlullah’a muhabbet, ümmete sadâkat vardır. Her bir çocuk, bir mihrap gibi durur zamanın karşısında. Bu sabır, bu şuur, elbette ki bir eğitimle değil, bir îlâhî terbiyeyle gelir. Ehl-i Beyt’in sabrı, sahâbenin izzeti, tabiin neslinin çilesi bu çocukların damarlarında dolaşır. Düşmanın füzesi belki bedenlerine isâbet eder ama îmanlarına işlemez. Her yakılan mescid, onların gönlünde yeni bir secde mahalli olur. Her yetim kalan çocuk, yeni bir mücâhid doğurur. Çünkü onlar bilir ki; yetimlik bir yük değil, Nebî’ye yakınlıktır. Zaman geçer, bombalar susar belki, ama bu çocukların yazdığı destan susmaz. Her biri, tarihin alnına çakılmış bir hatıradır. Bir taş, bir sapan, bir tekbir ve bir yetim kalp... İşte Gazze’nin direniş kodları budur. O yıkıntılar arasında boy veren her çocuk, insanlığa izzetin, adâletin ve sabrın nasıl diriltileceğini gösterir. Bu yüzden onlar, çocuk değil sadece… Bir ümmetin dirilişi, bir neslin umududur.
Onların zihni, Kur’ân’la aydınlanır. Okul duvarı yerine harabe duvarına âyet yazan ellerin sahibi olan bu çocuklar, her taşta bir sabır, her çatlakta bir şehâdet görür. Belki defterleri yok ama alınlarında yazılmış duaları vardır. Belki öğretmenleri yok ama Rablerinin terbiyesinde yetişmiş anneleri vardır. Belki oyun alanları yok ama kalpleri cennet bahçesi gibi saf ve temizdir. İşte o anneler… Her biri bir mürebbiye, her biri bir sahâbiye misali. Gözyaşlarını helâlle yıkayıp, evlâdını cepheye yollayan anneler... “Dönerse gazi, dönmezse şehit” diyen değil, “Hiç dönmesin ama Allah razı olsun” diyen analar… Gazze’nin çocuklarının şuurunu anlamak için önce onların annelerini anlamak gerekir. Çünkü îman bir nesilden diğerine anaların sütüyle taşınır.
Ve babalar… Ya bir mermide adını bırakmıştır ya da mezar taşında suskun bir bakış. Lakin o babaların ardında kalan evlâtlar, yetimliklerini isyan değil, istiğfar ile karşılarlar. Çünkü bilirler ki asıl yetimlik; kalbi imandan mahrum kalmaktır. Onlar yetimliği, duâya dönüştürür; her eksikliği bir kudsiyete çevirirler.
Velhâsıl-ı kelâm, Gazze’nin evlâtları, zâhiren yetim; lâkin bâtınen mücâhid-i aşk ile serfirâz bir nesildir. Onlar ki; kurşunlar arasında seccadesini serip secdeye varan, yokluk içinde varlığa râm olmuş, bir lokma ekmeğe rahmet, bir damla suya şükürle mâkes bulmuş yüce ruhlardır. Zâlimin zulmü ne kadar azgın, imkânsızlık ne kadar derin olursa olsun; onların sînesindeki îman, bir kale misali sarsılmazdır. İşte bu sebeple, Gazze’nin çocukları ne yalnızdır ne de çaresiz; çünkü onların ardında bir ümmetin duası, başucunda Rabbin rızâsı, gözlerinde ise cennet sevdâsı vardır. Bu çocuklar, çağın karanlığında bir nur gibi parlar; ve biz biliriz ki, o nurlar sönmez...