Bilmem farkında mısınız, artık sokaklar, caddeler, evler adeta bir yarış parkuru. İnsanlar, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla, dünya parkurunun üzerinde nefes nefese durmadan, dinlenmeden koşma peşinde. Ömür, kapağı açık unutulmuş bir şişede uçup giden kolonya misali elimizden kayarken, bizler hiç ölmeyecekmiş gibi yarışıyoruz birbirimizle. Ah... Neleri yarıştırmıyoruz ki?
Haramın dibini sıyırıp yarıştırdığımız kazancımız, şu üç günlük dünyanın övüncü, ebedi alemin utancı olarak yerini alacak amel defterimizde. Prestijiyle caka sattığımız mesleğimiz, küçük dağları ben yarattım edasıyla kibirle bahsettiğimiz kariyerimiz başımıza bela olacak hesap gününde. Karun'un hazinesiyle yarışacak birikimlerimiz, elim bir ateşe dönüşecek tüm bedenimizde. Rum Kayseri'nin evlerine taş çıkaran evlerimiz, Kisra'nın yaşayışını andıran lükse düşkünlüğümüz, Ebu Cehil'in nefsine benzeyen ceberrut nefislerimizle Muhammedilikten eser kalmıyor ellerimizde...
Yarışın ne haddi var, ne de hududu... Eşlerimiz, çocuklarımız da nasibini alıyor bu yarıştan. Namahremden gizlenmesi gereken ne varsa bir bir dökülüyor ortaya, çarşaf çarşaf sergilenen mahremiyetimiz bütün dünyaya servis ediliyor fotoğraf karesinde... Kocişlerle, aşkitolarla içilen kahvenin keyfi, gidilen restoranın zevki, kutlanılan doğum günlerinin doyumsuz lezzeti, kem nazarlara sunuluyor cüretkâr reelslerde... Çocukların en masum halleri, altın tabaklarda sunuluyor art niyetli, hastalıklı pedofililere...
Elinde tesbih, dilinde zikir, alnı seccadede olması gereken 65 yaş üstü de geri kalmıyor bu yarıştan. Kimi ibret alma(!) bahanesine sığınarak sabahtan akşama kadar kadın kuşağı programlarıyla tüketiyor en kıymetli hazinesini, kimi kendini rezil edercesine dans figürleri sergiliyor TikTok denen mezbelelikte... "Yarışın iyisi, kötüsü olmaz" diyerek, dedelerimizin canlarıyla bedel ödediği ne kadar mukaddesat varsa yerle bir ediyorlar elbirliğiyle...
Yarış yarıştır nihayetinde... İşin içine daha çok like alma hastalığı da girince, organizasyon şirketleri parti parti geziyor seve seve. Yaşından dişine, çisinden işine her şey kutlama sebebi oluyor her günü bayram belleyen yarışzâdelere... Kazananı olmayan bu yarışta, her gün dolup dolup boşalan gardıroplar yıkılmak üzere...
Allah rızası için ağırlanması gereken misafirler de nasipleniyor bu yarıştan. Envai çeşit pasta-böreğin arz-ı endam ettiği masalar açık büfe hizmet veriyor, bedenin efendisi hükmündeki midelere... Eskimeden değiştirilen mobilyalar, fakirlerin evlerini süslüyor "Sadakam olsun!" cümlesiyle...
Yeni yıl yarışı ise, bir başka aşk, bir başka şevk veriyor gönüllere... Domuz etini yemekten zinhar kaçınanlar, piyango bileti almak için kuyruğa giriyorlar gişelerde... "Yeni yıl alışverişi" için kaçıncı tavafın kaçıncı şavtında yoruluyor bedenler alışveriş merkezlerinde... Caddeler, sokaklar, evler yeni yıl ağaçlarıyla ışıl ışıl süslenmekte... Gece yarısı geriye sayma ritüelini ihmal etmeyen insanlar, bitkin sabahlıyor şişenin dibinde... Her haliyle Hristiyanları taklit eden sözde Müslümanlara (!) karşı, hristiyan din adamları uyarıyor tebasını. "Bunların bizden bir farkı kalmadı. Sizi onlardan ayırt etmemiz için bundan sonra boynunuza haç takın" diye... Bu kadar kokuşmuşluğun arasında, bir gün ecdat kabirlerinden fırlayıp soracak "Muhammedî olanlar nerede?"
Organik ekmek, organik yoğurt, organik yumurta arayışında tükenirken ömür, organik insanlar organik atlara binip gitmekte... Dert dinleyen dost, kin gütmeyen arkadaş, çelme takmayan akraba yokluğu, ruhları inim inim inletmekte...
Oysa... Oysa Kur'an, önce cenneti anlatıyor uzun uzun. Sonra da ruhlara şifa veren sesiyle, sesleniyor bütün Müminlere:
"Yarışanlar işte bunun için ( cennet) yarışsınlar." (Mutaffifin/26)
Ayşeli POLAT