Bugun...


Ayşeli Polat

facebook-paylas
RAMAZAN İÇİN HAZIR MIYIZ?
Tarih: 21-02-2025 08:14:00 Güncelleme: 21-02-2025 08:14:00


Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamd ile seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara Suresi 30. Ayet)

 

Yıllardır gerek dost sohbetlerinde gerekse vaazlarımda bu ayeti defaatle zikreder, ahsen-i takvim üzere yaratılıp mahlûkatın en şereflisi olma payesine erişen, Kâinata halife olarak gönderilen insanoğlunun, Allah tarafından konulan ve tıkır tıkır işleyen kanunlara müdahale ettiğinde yeryüzündeki düzenin nasıl bozulduğunu, nizamın nasıl alt üst olduğunu, intizamın nasıl fesada uğradığını ifade ederim. Ederim etmesine de insanoğlunun had aşması yüzünden düzenin, intizamın daha ne kadar bozulabileceği, fesadın hangi raddeye ulaşacağı hakkında bir tahminim olmadı. Cidden soruyorum, insanoğlu azgınlıkta, sapkınlıkta, fesatta daha ne kadar ileriye gidebilir?

 

Nelere el atmadı ki insanoğlu? Mahlûkatın hayatını idame ettirmesi için gerekli gıdaların kaynağı olan, arzın bağrında neşv-ü nema bulan bütün nebatata müdahale ederek insan vücuduna zehir zerk etti, yetmedi. Bedenin en mühim ihtiyacı olan suya müdahale ederek içilecek sağlıklı bir damla su bırakmadı, yetmedi. Kâinattaki düzen devam etsin diye farklı şekillerde, farklı görevlerde, farklı hususiyetlerle yaratılan hayvanlara müdahale etti, DNA’larıyla oynadı, yetmedi. Güneşe, aya, yıldızlara, kara, yağmura müdahale etti, yetmedi. Dağlara, taşlara, ovalara, denizlere müdahale etti, yetmedi. Ürettiği nükleer silahlarla, imal ettiği bombalarla kan döktü, can aldı, şehirleri, insanları yerle bir etti, yetmedi. En şerefli varlık olan insanlar üzerinde denediği virüslerle insan bozması canavarlar türetti, yetmedi. Kendisine hizmet için emanet olarak verilen bütün varlıkları, fesadında denek olarak kullandı, yetmedi. Kâinattaki kurulu düzeni bozmak için her gün bir level atlayıp daha ne kadar aşağı düşebilirim yarışına girdi, yetmedi. Oysa yaratılırken âlây-ı illiyyîne yükselebilecek mahiyette yaratılmıştı. Yapıp ettikleriyle meleklerden daha üstün olabilirdi. Fakat o esfel-i sâfilîne düşmeyi tercih etti.

 

Gün geçmiyor ki “Bu çağdan etimle kemiğimle nefret ettim” cümlesini iliklerime kadar hissederek dillendirdiğim bir kare telefon ekranıma düşmesin. Görgüsüzlüğün dibine vurarak, çocuğun cinsiyet partisinden tutun, yaşını, dişini, çişini, işini, aşını ve bütün hallerini kutlayarak insanların gözlerine sokan büyük çoğunluğa alıştık artık derken… Her gün farklı bir fincanla story atmak için eve kahve fincanı dolabı yaptıran hanımlar çıktı piyasaya. Gardırop büyüklüğünde ayakkabı dolapları indi telefon ekranlarına. Oğlunun sünnet düğününde gelinlik giyip yeni bir akım başlatan anneler arz-ı endam etmeye başladı düğün salonlarında. Çürümenin haddi hesabı yoktu. Bir türlü bitmiyordu. Bindallı giyip orkestra eşliğinde göbek atarak emekliliğini kutlayanları mı ararsınız, gittiği umrede kına gecesi düzenleyip sosyal medyada paylaşanları mı? İki kuruş fazla para kazanmak için şekilden şekile girilen tiktok mezbeleliğinden bahsetmiyorum bile. Anlaşılan bu devirde bozulmanın sınırı yoktu. Her şeye el atılmalıydı. Sonunda olanlar oldu, bu fesattan din de nasibini aldı.

 

Bir elin verdiğini diğer elin bilmemesi gereken sadakalar, zekatlar paylaşıldı kare kare. Videolar eşliğinde ne kadar yardımsever biri olduğunun altı çizildi kalın kalemlerle. Yardım edilen her yere isimlikler asıldı. Dekontlar doldurdu whatsapp durumlarını. Yetti mi? Yetmedi.

 

Tesettür kombinleri vitrinleri süsledi. Şal bağlama videoları izlenme rekorları kırdı. Muhafazakâr tatil yapmak isteyen muhafazakârlar için beş yıldızlı muhafazakâr oteller açıldı. Camilerde boy boy çektirilen düğün fotoları göz doldurdu. Tavaf ederken açılan canlı yayınlar, Kabe’nin önünden paylaşılan dua kağıtları, günde 40 defa tekrar edilen “İyya kena’büdü” cümlesini tekzib etti. Fakire gıda olsun diye kesilen kurbanlar, donduruculara hapsedildi. Kurban bayramı öncesi dondurucu satışları patladı. Ramazan şenliklerinde müzik eşliğinde eğlenen insanlar, vakit namazlarını kılmadan evlerine dağıldılar. Yetti mi? Yok yetmemiş.

 

Dün sayfama “Ramazan için dev buzluk hazırlığı” başlıklı bir video düştü. Önce ne olduğunu anlamadım. Tıkladığımda buna benzer yüzlerce videonun varlığından haberdar oldum. Aman Allahım! 6 Şubat depreminde yerle bir olan evlerin buzluklarına istif edilmiş gıdaların görüntüsü zihnimize kazınmışken, yıkıntıların arasında en lüks mobilyalar canımızı acıta acıta “Burası dünya, burada kalıcı değilsiniz” mesajını verirken, hiç ölmeyecekmiş, dünyaya kazık çakacakmış gibi gıda stoklamak, hele de bu işi en kıymetli aylarda yapmak nasıl bir çürümüşlüğün neticesidir bilemedim. “Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” (Tirmizî, Zühd 44 ) buyuran Peygamberim gelsin de ümmetinin halini görsün. Vah ki ne vah!  On bir ayda bir gelen şerefli misafir için ayine-i samet olan kalbini, Nazargâh-ı ilahi olan gönlünü kin, adavet, günah kirlerinden arındırma hususunda bir temizlik seferberliği başlatması gereken ümmet, buzluğu doldurma seferberliğine girişmiş.

 

Ramazan neydi Allah aşkına? Yemeyi, içmeyi, cinsel hazları erteleyerek nefsi terbiye etmek, Allah’ın Rablığını, insanın abdliğini hatırlamak değil miydi? Aç kalarak nimetin kıymetini takdir etmek, nimet verene minneti artırmak, şükürde iki büklüm olmak değil miydi? Empati duygusunu harekete geçirerek zor durumdaki insanların halini anlamak, Allah’ın verdiklerini Allah’ın kullarıyla paylaşmak değil miydi? Hal böyle iken, ibadet ve salih amellerle amel defterini doldurma hususunda en kıymetli aylar olan Recep’i, Şaban’ı, mideyi doldurma, nefsi besleme hususunda gayretlerle heba etmek en basit ifadeyle hüsrana uğramaktır. Midenin kapasitesi belli iken, dünyaları yiyecekmiş gibi hazırlık yapmak, en kıymetli hazine olan zamanını bedene hizmet için heba etmek ahmaklıktır. Merhametin, rahmetin, affın yağmur gibi yağdığı 3 ayları, her harfine on sevabın verildiği, Rabbin muhatap alıp gönderdiği mektubu okuyarak, bu mektubun anlaşılması ve yaşanması için sohbet veren hocaların ilim meclisinden meyve toplamak adına sohbet sohbet gezerek, seccadede secdeleri çoğaltarak, zikir ve tesbih ile kurbiyet basamaklarında terakki ederek geçirmek gerekirken, bedeni ve nefsi nazara alarak dev dondurucuyu doldurmaya azmetmek ahiret adına iflas etmektir. Bu kıymetli günleri, az uyuyup, az konuşup, az yiyerek geçiren bir Peygamberin ümmeti olarak, nefsi memnun etme adına bütün vaktini bedene hizmet ederek geçirmek, mutfak ile tuvalet arasında mekik dokumak, rahmet ikliminde mahrum kalmak demektir. Midesini aç bırakarak ruhunu öteler ötesine taşıyan, beden çeperini delip manevi âlemlerde dolaşan Peygamberi hüsn-ü misal kabul ederek bu bereketli ayların rahmet yağmurları altında gönüllü ıslanmak varken, dünyalık işlerle meşgul olmak, ahirete eli boş gitmek demektir.

 

Asıl hazırlık, fani olana değil baki olana yapılır. Bu ayları, bu günleri belki bir daha göremeyeceğiz. Bu rahmet yağmurları belki bir daha saçlarımıza değemeyecek. Bu yüzden on bir ayın sultanına yaraşır bir hazırlıkla günlerimizi dolu dolu geçirmeli, ahirete kucağımız dolu dolu gitmeliyiz. Ramazan hanemize misafir olduğunda “Hazır mısınız?” sorusuna açık yüreklilikle “Hazırım” cevabını verecek donanımda olmalıyız. Hayırlı Ramazanlar…

 

Ayşeli Polat



Bu yazı 111 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI