Hasta ziyareti için evime gelen misafir hanımlardan biri, her dem gündemde tutmaya çalıştığım Gazze zulmüne tepki göstermek, öfkesini bütün çıplaklığıyla dile getirmek için bir kaç kelam ettikten sonra yaşananlara duyduğu üzüntüyü ifade babında "Ah hocam, o kadar üzülüyorum ki Gazzelilere. Sahip oldukları her şeyi kaybettiler. Evlerini, işlerini, aşlarını, eşlerini, çocuklarını, hatta canlarını yitirdiler. Bir esnaf işini kaybetse iflas etmiş diyoruz. Fakat canı sağ, eşi ve çocukları yanında. Dost ve arkadaşları hemen arkasında dağ gibi. Kaybı ne kadar büyük olursa olsun kısa bir sürede toparlanma ihtimali var. Ama Gazzeliler öyle mi? Bütün çocuklarını, bütün akrabalarını, bütün mal varlıklarını kaybettiler. Yıllarca çalışıp didinip edindikleri maddi kazançlarını, müreffeh yaşantılarını kaybettiler. Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya, başlarını sokacak küçücük bir çatıya muhtaç kaldılar. Oradan oraya sürüklenip duruyorlar. Bu nasıl bir iflastır Allah'ım! Ne omuzuna yaslanıp ağlayacak bir baş, ne de sırtlarını dayayabilecekleri bir taş kaldı ortalıkta. Böyle büyük bir kayıp söz konusu iken düştükleri yerden nasıl kalkacaklar? Nasıl doğrulacaklar? İnanın çok üzülüyorum." dedi.
"İflas" kelimesi ciddi manada moralimi bozmuştu. "Yanılıyorsunuz..." dedim. "İflas eden onlar değil, bilakis bizleriz."
"Nasıl yani?" dedi hayretle. "Eşimiz, çocuklarımız yanımızda. Her gün karnımız tok, sırtımız pek, sıcacık evlerimizde gönül rahatlığıyla uyuyoruz. Nasıl iflas edebiliriz ki?"
Bütün samimiyetimle gözlerinin içine baktım. Ve şöyle dedim:
"İsrail'in Gazze'yi bombaladığı 7 Ekim 2023'ten bugüne kadar binlerce video düştü önümüze öyle değil mi? O videolarda gördüğünüz genel manzaraya şöyle bir bakın! Adamlar enkaza dönmüş evlerinin yıkıntıları arasında oturmuş gönül huzuruyla Kur'an okuyorlar. Yıkıntı umurlarında değil. Kur'an okurken adeta transa geçmiş gibiler. Sanki okudukları kitabın Rabbiyle birebir konuşuyorlar. Bombardımandan önce ara ara toplanıp hafızlıklarını pekiştirdikleri bir camide çekilen video ise beni derinden sarsmıştı. İçlerinde beli bükük yaşlıların, üniformalı polis ve zabıtaların, çocukların, gençlerin, hatta engellilerin olduğu büyük bir topluluk camiyi lebalep doldurmuş, birbirlerine Kur'an dinletiyorlardı. Çok çarpıcı bir sahneydi, hâlâ gözlerimin önünde. Peki soruyorum size. Dünyası ve ahireti için zerre kadar faydası olmayan ne kadar bilgi varsa zihnine boca edip,
gerekli gereksiz her şeyi okuduğu halde, hayat kitabı olarak gönderilen Kuran'ı okuma zahmetinde bulunmayan, Kur'an okumayı Ramazan ayına tahsis eden, Allah'ın kitabını raflarda tozlandıran ve garip bırakan bizler mi iflastayız, yoksa her anlarını Allah'ın kitabı ile dolu dolu geçiren Gazzeliler mi? Bunu bir düşünün isterseniz.
Yaralı halde hastaneye sedyede getirilen, "Bırakın beni, akşam namazını kılmam lazım. Zaten ikindiyi kaçırdım. Akşamı kaçırmamalıyım. Bırakın namazımı kılacağım" diye feryat eden, hastaneyi inleten erkek çocuğunu hatırlıyorsunuzdur. Doktorlar tedavi etmek için ne kadar çırpındılarsa da ikna edemediler. O namaz kılındı. Peki babasının cansız bedenini görünce "Baba, sen gittin. Artık beni kim sabah namazına uyandıracak?" diye göz yaşı döken erkek çocuğunu hatırladınız mı? Şimdi tekrar soruyorum. Saatlerce mağaza tavafı yapmaya, saatlerce dizi izlemeye, saatlerce yemek yapmaya, her şeye ama her şeye vakit bulabildiği halde Allah'ın huzuruna çıkıp namaz kılmaya vakit bulamayan bizler mi iflastayız, yoksa yıkıntıların arasında bile cemaati terk etmeyen, her fırsatta huzura duran Gazzeliler mi?
Bir yılı geçti yaşanan zulüm. Peki bu kadar zulmü irtikap eden İsrail'e karşı hangi Gazzelinin gözünde korku gördünüz? Zerre kadar geri çekilme, korkma hissettiniz mi? Tabi ki hayır! En küçüğünden en yaşlısına aslan gibi haykırıyorlar İsrail'e karşı. Korkmadıklarını, yıkılan yerleri yeniden inşa edeceklerini ifade ediyorlar her seferinde. Şehit olma pahasına topraklarını terk etmeyeceklerini dile getiriyorlar. Söyler misiniz bana, eften, püften, sahip olduğu her şeyi kaybetmekten, üç kuruşluk dünyanın üç kurusluk menfaatini yitirmekten korktuğu halde Allah'tan korkmayan, hiç ölmeyecekmiş, hiç hesap vermeyecekmiş gibi yaşayan bizler mi iflastayız, yoksa Allah'tan başka hiçbir kimseden, hiçbir sistemden korkmayan Gazzeliler mi?
Aynı yastıkta bir ömür geçirdikleri eşlerini, canparesi çocuklarını, başlarına soktukları evlerini, sahip oldukları bütün maddi varlıklarını kaybettikleri halde dillerinde sadece tek cümle var:" Hasbünallah ve ni'mel vekil" Adeta bütün dünyaya haykırıyorlar: "Dünyanın en terörist devleti, dünyayı başımıza yıksa da, eşimizi, çocuklarımızı, her şeyimizi kaybetsek de, biz Allah'la olduktan sonra ne gam! Allah bize yeter! O ne güzel vekildir". Üstelik bu cümleyi öylesine, laf olsun diye de söylemiyorlar, Bedenlerinin her zerresinde, bu cümlenin bütün tezahürünü görüyorsunuz. Hal lisanları ile bize, sadece nimete sahip olunduğunda değil musibete düçar olunduğunda da Allah'a yönelinmesi gerektiğini ayan beyan gösteriyorlar. Müsadenizle yeni bir soru sormak istiyorum. Hayatı boyunca gerekli, gereksiz, vefalı, vefasız birçok kişinin adını andığı halde, hayatının hiçbir anında Allah'a yer vermeyen, zor duruma düşmedikçe Allah'ın adını anmayan bizler mi iflastayız, yoksa Allah'ın yüce ismini dillerine zinet eylemiş Gazzeliler mi?
Bombardımanın ilk zamanlarında küçük bebeğini kaybetmiş babanın, bebeği havaya kaldırıp "Razıysan ben de razıyım. Razı olacaksan bütün çocuklarımı al!" sözlerini işitmişsinizdir. Çocuklarının tamamını kaybetmiş annenin gülümseyerek "Hadi beni tebrik edin! Ben şehit annesi oldum" sözlerini unutmanız mümkün değil. Acaba dokuz ay on günlük insanların gözüne girmek için yırtınıp gayret ettiği halde Allah'ın rızasını elde etmeyi önemsemeyen bizler mi iflastayız, yoksa bütün derdi, bütün sıkıntısı Allah'ı razı ve memnun etmek olan Gazzeliler mi?
Olur olmaz bir çok önemsiz şeye üzüldüğü halde günahına zerre kadar üzülmeyen, vereceği hesabı dert etmeyen bizler mi iflastayız, yoksa bütün hüzünlerini öteye iliklemiş Gazzeliler mi? Bu sorular uzar gider.
Demem o ki asıl kayıp onların dünyasında değil. Her lahza ahiretten uzak bir hayat süren bizlerin dünyasında. Yaramız çok derin. En acısı da yarayı bizzat açan biziz. Bert Hellinger'in de dediği gibi: "Bir yarayı ancak yaralayan iyileştirebilir." Yani açtığımız yaranın şifası da biz de. Şöyle bir toparlansak, şöyle bir silkinsek, şöyle bir ayağa kalksak bütün yaralarımız iyileşecek.
Gazzeliler etraflarındaki yıkıma, enkaza rağmen iç dünyalarını mamur etmişler. Manevi hayatlarını güzelleştirmişler. Bu yüzden dağ gibi ayaktalar. Bizim ise yıkım içimizde. Dışımızı ne kadar güzelleştirirsek güzelleştirelim, içimizdeki yıkımı onaramıyoruz, ruhumuzu tatmin edemiyoruz. Bu yüzden de bir türlü mutlu olamıyoruz."
Bu uzun cevaptan sonra misafir hanım başını öne eğdi, "Haklısınız hocam, ne diyeyim?" dedi.
Ayşeli POLAT
Tarih | Durum | En Düşük | En Yüksek |
---|---|---|---|
17 Aralık 2024 | -1° | 7° | |
18 Aralık 2024 | 0° | 9° | |
19 Aralık 2024 | 1° | 10° | |
20 Aralık 2024 | 2° | 8° | |
21 Aralık 2024 | 3° | 10° | |
22 Aralık 2024 | 2° | 8° |
İmsak | Güneş | Öğle | İkindi | Akşam | Yatsı |
---|---|---|---|---|---|
05:55 | 07:22 | 12:20 | 14:48 | 17:08 | 18:31 |