Bayramınız mübarek olsun dostlar. Mübarek bereket demekmiş. Öğrendiğimde içimde bir heyecan oldu. Herkes birbirine bu şekilde dua eder bayramlarda. Bereketli olsun. Umarım kollektif bir bilinç olur. Huzura hasret yüreklerimiz huzura kavuşur. Sükuna hasret bedenlerimiz sakinleşir. Niyetlerimiz yani kararlılıklarımız belirlenir. Kelimelerimiz netleşir. İçinde bulunduğumuz durumumuz bereketlenerek sabitlenir.
Dünyanın zor günlere gebe olduğunu görmemek için kör olmak gerek. Yürekleri delen çığlıkları duymamak için sağır olmak gerek. Yaşananların verdiği hasarı konuşmamak için dilsiz olmak gerek. Lakin yeryüzünün bu kadar zulüm aldında kaldığını görmek için ne körüz, ne sağır ne de dilsisiz. Ateş bacayı sardı, evlerimizin içine düştü. Ne kadar kaçsak da bu yükleri artık bu beden kaldıramaz oldu.
Bir doğuş hikayesi yazmak, yapılan bu dualarla ayağa kalkarak yaşadığımız ortamda hayatımızı bereketli kılmak, bu davete icabet ederek mübarek olma yarışına girmeliyiz. Zira insanlığın dibe vurduğu anın içinde biz de yok olmakla yüz yüzeyiz.
Hayatı ve yaşananları anlamlandıramazsak bittim noktasından çıkamayız. Halbuki karanlığın en koyu zamanıdır güneşin doğuşa en yakın olduğu anlar. Acıların en yoğun olduğu zamandır nur evladın gelişi.
O halde her ne kadar acılar en üst boyutta olsa da, yeryüzü işgal edilmiş gibi görünse de bu işgal yüreğimize, evimize inmeden tedbir almalı, hayatta ne yaşatılıyor ve yaşıyorsak hepsini hayır olarak okumalıyız. Her ne durumda olursak olalım yorumumuzu güzel yapmalıyız. Zira nasıl bir yorum olursa sonuç da ona göre olacaktır. Aksi takdirde içinde bulunduğumuz ortama yabancı, muhatap olduğumuz kişi yada kişilere düşman durumuna düşeriz.
O halde yüce bir algıya ihtiyacımız var. Gönüllerimizi Hak ile doğrultmalı, inadına daha da yeşil, daha da gür, daha bol meyveli olmalı, daha huzur içine dalabilmeliyiz. Zira yaratanın sakınanlara “Rabbiniz size ne indirdi?” sorusuna sakınanların verdiği cevap “hep hayırdır.” (Nahl 30)
O halde yaşananlara şer görünenin ardındaki hayra talip olarak hayır gözlüğünü takarak bakmalıyız. Allah’a ait olduğumuzu ve dönüşün O’na olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Salat halinde olup kıyama kalkmalıyız. Ve bu noktada ellerimizi Rahman’a açıp niyazda bulunmalıyız.Tıpkı gözümüzün nuru, Allah Resulü Hz. Yakup gibi gamımızı, kederimizi, hüznümüzü, tasamızı içinde bulunduğumuz anımızın ve ahirimizin sahibi olana arz etmeliyiz.
Alemlerin sahibine dayanıp güvenmeli, teslim olmalıyız. Bilmeliyiz ki her şey O’nun iradesi ve idaresi altındadır. O dilemezse yaprak bile düşmez. Onca akan kanlar, göz yaşları O’ndan habersiz de değildir.
Gözümüzün içine baka baka yapılan bu katliamlar ne ilk, ne de son olacak, ölüm olduğu müddetçe zulümler bitmeyecektir. Ne ilk insanlığın babası Hz. Adem (a.s.), ne ikinci babası Hz. Nuh (a.s.) ne de diğer Nebileri es geçmeyen bu belalar bizim başımıza gelmeden cenneti hak edecemeyeğimiz de bir gerçektir.
Hz. Adem ve iblis hikayesi herbirimizin malumudur. Hayat, ya Adem ya da Şeytan, ya Habil, ya da kabil... halidir. Herbirimiz sorumluluğumuzu almadan, hayatın içinde özne olmadan, bulunduğumuz halden razı olmadan Allah’ın bizden razı olmasını da bekleyemeyiz.
Ves-selam
Asiye Tanrıöver Türkan