Ahmet Varol / https://www.yeniakit.com.tr
En başta şunu belirtelim ki ateşkesi isteyen taraf Filistin direnişiydi. Onun Aksa Tufanı eylemindeki amacı da işgalci siyonistlerle savaşa girmek değil onları özellikle Filistinli esirlere yönelik baskılar, Kudüs ve Mescidi Aksa’ya yönelik yahudileştirme, Batı Şeria’daki toprak gaspı vs. konusunda geri adım atmaya zorlamaktı.
Daha önce bir yazımızda belirttiğimiz üzere, işgal rejiminin böyle bir eyleme karşı tepkisinin olabileceği elbette önceden hesaplanmış ve ona karşı hazırlık yapılmıştı. Ama hazırlık tamamen askeri stratejiye ve işgalcilerin en azından kendi esirlerinin hayatlarını önemseyecekleri varsayımına göre yapılmıştı. İşgal rejiminin, ABD’nin telkin ve tahrikleriyle esirlerinin hayatlarını gözden çıkaracağı, bir soykırıma cüret edebileceği, bu derece korkunç soykırım karşısında da tüm dünyanın ve bütün uluslararası kurumların sessiz kalacağı öngörülen bir şey değildi.
Soykırımın son bulması ve Gazze halkının nefes alması için ateşkesi isteyen taraf da her zaman Filistin tarafı olmuştur. Ama işgal rejimi ve onun arkasında duran, başta ABD olmak üzere tüm Batılı emperyalist güçler Filistin halkından ve direniş güçlerinden teslim olmalarını istedi.
Teslim olmak ise Filistin halkı için bir çıkış ve kurtuluş yolu olmayacak bilakis daha büyük bir felaketin önünü açacak, özgürlüğe giden yolu ise tamamen kapatacaktı. O yüzden direniş güçleri teslim olmayı reddederek ateşkes müzakerelerinin başlatılmasını istiyordu.
Trump’ın planı ilk şekliyle büyük ölçüde siyonistlerin taleplerine göreydi. Bu yüzden ben dahil pek çok yorumcu tarafından eleştiriye maruz kalmıştır ve bu eleştiriler haksız değildi.
Ancak Filistin direnişi bu planı bir fırsata dönüştürmek için gayet stratejik ve akıllıca bir yol izledi. Planı, “şartlarımıza uymuyor” diye tamamen reddetseydi bütün Batılı güçler ona yüklenecek ve ABD de ortaya çıkan durumu siyonistlerin saldırıları daha da şiddetlendirmeleri için gerekçe olarak kullanacaktı.
O yüzden Hamas liderleri, diğer direniş hareketleriyle de görüşerek planı kabul ettiğini; ama plandaki bazı maddelerin netleştirilmesi, bazılarının da ayrıntılarının belirlenmesi için müzakereye ihtiyaç olduğunu, kendilerinin de müzakereye hazır olduklarını açıkladı. Böylece işgal hükümeti başbakanı Netanyahu’nun sürekli reddettiği müzakere sürecinin yeniden başlatılması için fırsat oluşmuş oldu.
Ancak diğer taraftan ABD’yi ve işgal rejimini de böyle bir plan hazırlamaya zorlayan sebepler vardı.
Bunların en başında gelen, savaşın yıpratıcı yanıdır ki işgal rejimi girdiği savaşların hiçbirinde bu kadar kayıp vermemiştir. Askerleri artık iyice yorulmuştu ve on binlercesi psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyordu. Yedek askerlerini göreve çağırmasına rağmen asker bulmakta zorlanıyordu. Siyonist toplumda da muhalif sesler, dünya kamuoyuna yansıtıldığından çok daha fazla yükselmeye ve Netanyahu bizzat kendi toplumu karşısında sıkışmaya başlamıştı.
Diğer yandan savaşın tüm silah ve teçhizatını tedarik ettiği gibi ekonomik külfetini de çeken ABD idi. “Bu tür savaşlar ABD ekonomisini sarsmaz” diyenler hayal dünyasında dolaşıyor. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar ülkelerin ekonomilerini en çok sarsan hadiseler savaşlardır. Gazze savaşı da basite alınabilecek türden değildi ve ABD ekonomisine ağır bir yük yüklüyordu. Çünkü sadece savaş malzemelerini temin etmekle kalmıyor, siyonistlerin çalışamaz hale gelen iktisadi kurumlarının çökmemesi, çalışamayanların tazminatlarının ödenmesi için işgal rejimine büyük destekte bulunmak zorunda kalıyordu.
Bu yüzden Trump’ın gümrük vergilerini artırmasına, bazı işbirlikçilerle yeni anlaşmalar imzalamasına rağmen ABD ciddi bir ekonomik krizin eşiğine gelmişti. Trump’ın Ukrayna dosyasını kapatma girişimlerinin başarısız olması da ayrıca bir sorun oluşturuyordu.
Ancak en önemli etkenlerden biri dünyada tepki seslerinin yükselmesi ve işgalcileri zorlayan filolardır. Bu itibarla Türkiye’nin halkıyla ve yönetimiyle Sumud filosuna verdiği destek basite alınamaz.